Enkazda geçen bir oyun “Diktat”; bir iç savaş yıkıntısının enkazı üzerinde. Filizleri görünen iki kolon, yıkık dökük eşyalar arasında iki kardeş, iki halk. Enkaz tek! Enzo Cormann’ın oyununu “Öteki-Diktat” adıyla bu kez elektriksiz bir sahnede izledik; yıllar sonra. Kolondan sarkan 60 mumluk ampül, iki taraftan uzatmalarla çekilmiş iki zayıf ışık; bolca aydınlık! Turizm Bakanlığı iftaharla sunar; kalan bilumum devlet-kamu bürokrasisi keyifle izler. İzler derken, olanı biteni sadece.
Hikâyeyi biliyorsunuz. 2022 yüksek elektrik zamlarıyla geldi; 1 olan 3 oldu; 7 bin olan 21 bini buldu. Moda Sahnesi önce “Ödeyemiyoruz” dedi, sonra “Ödemiyoruz”. Dario Fo’dan alışkınız nasılsa cümleye; “Ödenmeyecek…” Sabancı Holding’e bağlı EnerjiSA önce kesti sonra, “gaipten gelen para” ile yeniden açtı. Dün yeniden kesti, bu kez EnerjiSA açmadı. Uzatma kabloları, sarkan lambalar arasından geçerek girdik bu kez salona. Alıştığımız Kürtçe anonsu duyamadık maalesef, “Kürdün elektrikle bitmek bilmez imtihanı” işte! Köyde gelmeyen elektriği, …. Neyse.
Lafı dolandırmayalım, kim ne plan yaparsa yapsın, tiyatronun planında değişiklik yok. Taner Barlas’ın yönettiği ve Ekin Aksu ile birlikte oynadığı Perdesiz Oyuncular’ın “Öteki-Diktat” adlı oyunu izliyoruz. Teknik masa yukarıda değil, hemen bir metre önümdeydi. Teknik masa dediysek; 90’lardan kalma görüntüsü veren “teyp” (Bu kelimeyi kullanmayalı bin yıl olmuş), küçücük bir kitap okuma ışığı, birkaç kağıt vs.. El radyosuyla dinlenen haberler ile fazlasıyla uyumlu cızırtılı ses sistemi de öyle.
İki yandan sahneye vuran ışıklar cılız, ama duvara yansıttığı gölgeler bir o kadar büyük. Oyunun ışığı değil malum, ara ara oyuncuların yüzlerinde geziyor gölgeleri. Gölgelerin birbirine karıştığı ışık düzeni “bir ülkenin enkazı”nda geçen oyuna yaraşır bir atmosfer oluşturuyor. Tasarımcının eline sağlık! Ne diyordu Cahit Zarifoğlu; “Güneşler söner, gölgeler büyür. / Zarif bir hüzün çöreklenir şehrin üstüne…”
Yok yok, hiç öyle bir hüzün yoktu aslında. Ölüm döşeğinde “Işık, daha fazla ışık” dediği söylenen Goethe’yi bile hatırlayan olmadı. En fazla “Işıklar sönmesin loo” esprileri işte. Gülme isteği içinde olmasa, gülmezsin. Karl Marx unutulur mu; o da aramızda; “Tarihte her şey iki defa yaşanır. İlkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak…” Konu elektrik kesintisi elbette!
İki kez demişken, Diktat’ı ikinci izleyişim bu. İlki 2004’te İstanbul Tiyatro Festivali’nde Semaver Kumpanya’dandı. Işıl Kasapoğlu yönetiyor, Köksal Engür ve Bülent Emin Yarar oynuyordu. Kasapoğlu, sanırım Çözüm Süreci dönemi Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda da sahneledi bu oyunu. Halen oynayan başka tiyatrolar var. Yeni Dünya Düzeni’nin “parlak” günlerinde yazılmış bir oyun ve fazlasıyla güncel. Üstelik Trak’larla Trip’lerin iç savaşını izlerken; her seferinde başka halkları koyabilirsin anlatının orta yerine. Türkler, İrlandalılar, Kürtler, İspanyollar, Araplar, Ruslar, Meksikalılar, Ukraynalılar… Hatta başka kutuplaşmaları da.
Diktat’ın bir “enkaz”da geçtiğini söyledik, ama aslında hem enkaz, hem inşaat. Perdesiz Oyuncular göğe yükselen filizlerle “inşaat alanı” hissi vermiş. Oysa “bir kültür merkezinin enkazı” burası. Ya da ikisi birden. Enkaz ve inşaat; iç içedir onlar savaşlarda, iç savaşlarda. Daha yıkım başlamadan, nasıl yapılacağı planlanır. Çok tanıdık değil mi? Diktat’ta 25 yıl sonra yüzleşen iki kardeşin enkaz/inşaat üzerinde giriştiği hesaplaşma manidar. Helalleşme mi deseydik yoksa? Yüzleşme? Türkçe zengin bir dil; “kardeş kavgası” anlatısı insanlık tarihi kadar eski.
Hem “elektriksiz”lik, hem “perdesiz”lik, hem “sahnesiz”lik anlatınca yazı uzuyor. Yine de dil hep çürük dişin üstünde. Sözü uzatmayalım; adres belli, programa göre bugün Tiyatro Dea Gabriel’in Düşü’nü, yarın Tiyatro İn “Akciğer”i, Moda Sahnesi 9 Nisan’da Suzy Storck’u ve 10 Nisan’da “Ormanlardan Hemen Önceki Gece”yi sahneleyecek. Böyle devam edecek “elektriksiz” oyunlar… Kafeden çekilen uzatma kablolarıyla birkaç ampulle aydınlanacak sahne. Bir de kendi ışıldakları, fenerleriyle gelecek seyirciler… Az ışık değil o da! Sen de çok yaşa Diyojen; “fenerle insan arayacağız” kaç yüzyıl sonra. Efendim, Turgut Uyar söylesin son sözü;
“Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım.”