Carmen: Aşka, sanata, hayata dair bir düello!
MUSTAFA KARA
Tiyatro sahneleri dışındaki oyunlar başka bir “ruh” katıyor izleme deneyimine. Balat’taki Yuvakimyon Rum Kız Lisesi de öyle mekanlardan. 1988 yılında çalan son ders zilinin ardından son 10 yıldır farklı kültür sanat etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Birkaç yıldır sıklıkla tiyatrolar da sahne alıyor bu tarihi okulun sınıflarında, koridorlarında. Yapının kendisi ve iç dekorasyonu hemen hiç değiştirilmediği için de etkisi daha güçlü oluyor. Hala sıralar, tahtalar, sınıf tabelaları duruyor; duvarlarda terk edilmişliğin nemi, küfü, döküntüleri göz önünde. Yuvakimyon ile ilgili diğer detayları bir başka yazıya bırakıp, “Carmen”e gelelim.
Us’ta Çırak Tiyatro’nun geleneksel tiyatronun formlarını, çok özel bir reji ve oyunculukla bir araya getiren “Carmen”ini Yuvakimyon’da izlemek gerçekten müstesna bir deneyim oldu. Hoş bir tesadüf olarak oyuna konu olan olaylar ile Yuvakimyon’un açılış tarihi aynı. Sahiden 1881 yılının İstanbul’unda geçen, dev kuklalı, ipli kuklalı ve Karagöz’e gönderme yapan bir oyun için en doğru adreslerden biriymiş Yuvakimyon.
“Carmen”, 1881 yılında kukla gösterisi yapmak üzere İstanbul’a gelen Thomas Holden’ın gerçek hikayesinden esinleniyor. Holden, İngiltere’den kuklalarıyla gelerek gösteriler yapmaya başlıyor. O kadar çok ilgi görüyor ki biletler yok satıyor. Ve bir gün gösterisi iptal oluyor, çünkü kuklası çalınıyor. The New York Times ve pek çok gazetede haber oluyor bu ilginç hırsızlık. Bir türlü de çözülemiyor. Sonunda kuklayı çalan karakola gidip, “Ben çaldım ama işte geri getiriyorum” diyor da, konu aydınlanıyor. İstanbul’un tanınmış fotoğrafçılarından biri çalıyor, daha doğrusu kaçırıyor Carmen’i. Çünkü ona aşık. Yazar Sunay Akın’ın iddiasına göre bu kukla Kül Kedisi’nin kuklasından başkası değil. Ama rivayet muhtelif. Buraya kadar anlattığım farklı kaynaklara, gazetelere yansıyan bilgiler. Us’ta Çırak Tiyatro bu olaydan esinle yeni bir “Carmen” hikayesi yaratıyor.
TARAF OLAMAYACAĞIMIZ BİR AŞK HİKAYESİ
Yazar, Yönetmen Sinem Öztürk çalınan o kuklanın “Carmen” olduğu fikrinde. 19. yüzyıl sonlarının Beyoğlu’sunda geçen “Carmen” oyununu “gerçeğe yakın boydaki kuklanın gerçek bir kadın sanılarak kaçırılması” haberine dayanarak yazmış. Fakat fotoğrafçı Onnik Efendi, aşık olduğu, uğruna her temsile gittiği ve sonunda tiyatrodan kaçırdığı “Carmen”in tek sevdalısı değil. Kuklayı yapan Thomas Holden da, yaptığı esere delice bir kıskançlıkla derin bir aşk duyuyor. Onnik Efendi’nin yazdığı aşk mektuplarının Holden’a gitmesi de ayrı bir trajedi. Bu hikayede, Onnik Efendi’nin saf aşkı ile Thomas Holden’in eseriyle kurduğu dolaysız bağ birbirini bütünlüyor. “Müspet kahraman”ı olmayan, taraf olamayacağımız bir aşk hikayesi bu. Holden’in Carmen’e üflediği ruh ile Onnik Efendi’nin platonik sevdası “Carmen”i yüceltiyor, fazlasıyla insan yapıyor. “Yaşasın meşrutiyet!” sloganları arasında bir devrin siyasi iklimi oyunun arka planında yerini alıyor ve bugüne de dolaysız mesajlar veriyor.
ECNEBİLER VE AFEDERSİNİZ ECNEBİLER!
Toplumsal değişimlerin ortasında “ecnebi” bir sanatçının oynattığı kukla formuna kökten bir itiraz içinde olan “afedersiniz ecnebi”ler sanata dair bir karşılaşmaya da ışık tutuyor. Karagöz’ün, Ortaoyunu’nun, geleneksel tiyatronun pek çok öğesi bazen en duru halleriyle, bazen göndermelerle oyun boyunca zaten gözümüzün önünde. Bir kukla, iki aşık etrafındaki hikayeye muzip halleriyle eşlik eden ikizler Vartev ile Yartev, bambaşka karşılaşmaların da aktarıcısı. Meşrutiyetin yarattığı çalkantılı siyasi iklim kadar, Batı’dan gelen sanatın bizim olan sanatla çatışması da var bu anlatının içinde. Bizim olanın “afedersin ecnebi”lerce temsili de ayrı bir parantez açıyor. Meşrutiyetin getirdiği hürriyet umudu kadar, şeriat tehdidini de hissediyor İstanbul.
“Carmen” tüm bunları anlatırken yeni bir biçim, yeni bir biçem ve yeni bir metin ortaya koyuyor. Yartev ve Vartev bu biçemin merkezinde. Büyük bir ustalıkla izleyiciye, izleyicinin de dahil olduğu oyun alanı kuran Vartev ve Yartev, ilk dakikadan itibaren temponun bir an bile düşmesine izin vermiyor. Farklı tiyatro disiplinlerinin getirdiği deneyimleri fazlasıyla hissedilir olan Mahir Akgündoğdu (Vartev) ve Mehmet Şerif Tozlu (Yartev) bu olağanüstü güç işin üstesinden başarıyla geliyor. Yeni bir biçemin boy verdiği bu oyun alanında Onnik’i canlandıran Cengiz Samsun’un oyunculuğu özel bir yerde duruyor. Carmen kuklasını da tasarlayan bir kuklacı Cengiz Samsun. Cengiz Samsun’un nahif ve hassas Onnik Efendi yorumunun aksine, sert ve haşin bir Thomas Holden var sahnede. Hakan Eratik “Sen, sen olsan asla sevmezdim seni. Her bir zerresini yonttum, yontucunun sanatına aşık oldum” sözüyle dile gelen bir kibri, Carmen’den çok kendine aşık bir Batılı kuklacıyı büyük bir ustalıkla sahneye taşıyor. “Buradaki maceramız bitti. O küstah fotoğrafçının da senin de aşkınız bir kılıç yarasına bakar! Bir kılıç yarası köpek gibi yerlerde sürükler aşkınızı” diyerek bir düelloya girişiyor Thomas Holden. Bu düellonun fonunda da artık sokaklara dökülmüş siyasi çalkantılar var.
BEDENE CAN ÜFLEYEN İLK NEFES
Yuvakimyon Rum Kız Lisesi’nin küçük ana salonunda yanan gaz lambalarından yükselen gaz yağı kokuları, yeterince ısıtılamıyor oluşunun getirdiği hafif “serinlik” ve Mevhide Kardelen Pınar’ın kemanı ve Hakan Gügercinoğlu’nun çellosundan yükselen müzik eşliğinde izliyoruz “Carmen”i. Geleneksel ile çağdaş olanın ustaca harmanlandığı bu oyunda ışığın ve müziğin doğallığı da fikri güçlendiren bir rol üstleniyor. 1880’ler İstanbul’unun sesleri kulaklarımızda yankılanırken, gaz yağı kokularıyla birlikte bir vakitler bu topraklarda yapılan tiyatronun sıcaklığını da ciğerlerimize çekiyoruz.
Thomas Holden ve kuklası Carmen üzerinden Batı’ya küçük bir selam çakılsa da, “Carmen” bizim buralara açık bir torpil yapıyor. Adları dile gelmeden önce Karagöz’ü edadan, Kavuklu’yu hareketten tanıyoruz hemen. Anlatılan, “insan sanılan” bir kukla hikayesi ve evet yer yer insan gibi oynuyor kukla sahnede. Ama çokça da insanın kukla gibi oynadığı haller var. Hareket, müzik, dans uyumu çok başarılı, oyuncuların hikayenin akışında bedenlerini kullanma biçimi takdire şayan. Özellikle Onnik Efendi ile Thomas Holden’in “Carmen” için giriştikleri “aşk düellosu”ndaki hareket, dans ve müziğin uyumu eşsiz. İlk nefesi üfleyip can verir gibi sırayla canlanan Holden ve Onnik Efendi’nin hareketler toplamı “Carmen”i yüceltiyor, karakterlerin çok boyutlu yapısının beden hareketleriyle görünür olmasını sağlıyor.
Bakmayın öyle siyasi çalkantılardan, dönem özelliklerinden, çatışmalardan, düellodan söz ettiğimize, ilk saniyeden son saniyeye kadar neşeli ve tempolu bir oyun “Carmen”. İzleyiciyle etkileşimi de “usulen” değil, “esas”tan yapıyor. İstanbul’un çok kültürlü, çok dilli yapısı oyun boyunca hep aklımızın bir yerinde. O İstanbul tarihsel olarak son demlerini yaşarken, insanların hayattan ve siyasetten beklentileri, beklentisizlikleri de görünür oluyor. Ara ara havada uçuşan sözcükleri yakaladıkça oyunun o gün, bugün ve yarına dair sözü de berraklaşıyor.
Düellodan kim sağ çıktı başka mevzu; asıl kaybedenin İstanbul olduğu, terk edildiği anda kalmış yıkık dökük bir Rum Lisesi’ne içkin. “Carmen”in sözü de farklı değil. Kuklaların, maskların, kostümlerin, notaların, yaratıcı metnin ve usta oyunculukların anlattığı biraz da bu.
Onnik Efendi, Thomas Holden, Vartev, Yartev ve elbette “Carmen”, 21 Aralık saat 20.00’de Mall of İstanbul’daki Moi Sahne’de, 22 Aralık Pazar saat 18.00’de ise Balat’taki Yuvakimyon Rum Kız Lisesi’nde olacak. Gidin hasret giderin.
“CARMEN”
Yazan&Yöneten: Sinem Öztürk
Dramaturg: Nagihan Gürkan
Oyuncular: Cengiz Samsun, Hakan Eratik, Mehmet Şerif Tozlu, Mahir Akgündoğdu
Onnik Annesi Ses: Gülsen Tunçer
Hareket Tasarımı: Ceyda Özcan
Carmen Dans Tasarımı: Bahar Aksoy
Ayrıca BakınızIşık Tasarımı: Us’ta Çırak Tiyatro
Canlı Müzik: Mevhibe Kardelen Pınar (Keman), Hakan Gügercinoğlu (Çello)
Carmen Kostüm Tasarımı: Evrim Kayan
Def Ritim Danışmanı: Gökay Süngü
Afiş ve Fotoğraf: Murat Sağlam
Fotoğraf: Ferhat Aslan
Asistanlar: İbrahim Keleş, Usame Varol
Carmen Kukla: Cengiz Samsun
Carmen İpli Kukla: Sinem Öztürk
Kostüm: Us’ta Çırak Tiyatro