Cenk Dost Verdi: Asıl sertlik sahnenin elektriğini kesmek!
Moda Sahnesi’nin yeni oyunu “Eşkâl” 6 Mayıs’ta prömiyerini yaptı. Derviş Aydın Akkoç’un yazdığı, Kemal Aydoğan’ın yönettiği oyunda Cenk Dost verdi ve Sedat Küçükay rol alıyor. Oyunun sahne tasarımı Bengi Günay’a, ışık tasarımı İrfan Varlı’ya ait. Oyuncu Cenk Dost Verdi, Moda Sahnesi’nin yeni oyunu “Eşkal”i, Mustafa Kara’nın sunduğu #AnlatBiraz’da anlattı.
“KONUŞACAK GERÇEKTEN BİR ŞEY YOK”
“Sıkışmış bir zaman dilimini izliyoruz. Bir eylemci bir iş insanını kaçırmış ve biz onların birkaç saatini izliyoruz. Eylemci şöyle başlar, konuşacak gerçekten bir şey yok! Beckett der ki, konuşacak bir şey yok. Bugüne baktığımızda eylemcinin bunu söyleme tavrı, ‘Ben seni çok iyi tanıyorum’ demek. İş adamı da eylemciyi çok iyi tanıdığını düşünüyor.”
“SİLAHIN KİME AİT OLDUĞU TARTIŞILMALI”
“Silah unsuru ile ilgili çok soru geliyor. Silah bence aslında şöyle, oyundaki kullanımı itibarıyla dramatik bir zorunluluk yarattığı için çok işimize geldi silah. Ama bu silahın kime ait olduğu tartışılmalı. İş adamının silahının eylemciye geçişi ancak bir ele geçirme ile mümkün. Onun silahıyla vurmak gibi arabesk bir yerde değil, sonunda silahı bırakıyor.”
“DEVRİMCİLER İŞÇİ SINIFINA İÇKİN BİR REFLEKS”
“Sınıfların kendini temsil edebilmesi adına oluşmuş zümreler var. Bu okuma başat okumalardan bir tanesi. Komünist Manifesto’ya da içkin bir durum. Birilerinin bunu dillendirmesi gerekiyor. Hep bir ağzıdan söylenemeyebiliyor. Devrimciliğin oluşması işçi sınıfına içkin bir refleks. Patron sınıfına içkin bir refleks olarak siyasetçileri görüyorum.”
“DIŞARIDAN BESLENMİŞ BİR KURMACA”
“Oyunda içeriye giren işçi unsuru da öyle. Biz burada sanatla bir şey anlatıyoruz. Dışarıda bunun gerçekliği var. Seyirciyle beraber deneyimlediğimiz bir şey oldu bu. Karşılaşma ile daha enteresan fikirler gelişmeye başlıyor. İçeride dönen bir kurmaca var, ama bu dışarıdan beslenmiş bir kurmaca.”
“PATRON ‘SİZİ BİZ YARATTIK’ DİYOR
“Patron diyor ya, sizi biz yarattık. ‘Tek bir dünya vardır’ diyor, ‘İki dünya yoktur, tek bir dünya vardır, biz ve bizim gibilerin dünyası’. Buna inanmış durumda. Modern köleliğe bile baktığımızda, bu algı o kadar oturmuş ve yerleşmiş bir algı ki. ‘Ekmeğinizi veriyorum’, bakış açısı değişmemiş. Onları asla değiştirememişiz.”
“O KADAR EMİNİM Kİ BİR ZENGİNİN KENDİSİNİ YEDİĞİMİZİ HAYAL ETTİĞİNE…”
“Bir sınıftan bahsediyoruz, olmaması gereken bir sınıftan. Senden değil. Burjuva bizden öyle korkuyor. Kendisini yok edecekmişiz gibi koruyor. Zenginleri yiyeceğiz, diyor oyunda. Ben o kadar eminim ki bir zenginin kendisini yediğimizi hayal ettiğini. Bu kadar sığ düşünüyorlar çünkü. Korkularına o kadar saplanmışlar.”
“HAKKIMIZ OLAN SERTLİKLE…”
“Sertlik benim bir gece sabaha karşı kapımın kırılması. Ben bunları yaşıyorum. Sertlik çilingirle gelip o kapıyı açıp, o sahnenin elektriğini kesmek. Bundan daha sert bir şey olamaz. Bu sertlik bizi daha sert olmaya sevk ediyor. Hakkımız olan sertlikle üretmeye devam etmemiz gerekiyor.”
DİPLOMASİYİ İŞLETMESİ GEREKEN DEVLET
“Burada burjuva söylediği için değil, ama diplomasi bir oranda gerekli. Diplomasiyi işletmesi gereken kim? Gücü elinde bulunduran yapı, devlet. Ben değilim. Ben diplomasinin dışına çıkarım. En temel ihtiyaçlarımı aksattığında benden diplomasi bekleyemezsin. Benden diplomasi talep etmeden önce, 2 kuruşa mal ettiği elektriği 40 kuruşa bana satmasın. Ben yokum. Benim diplomasim öyle işlemez. Bana onu 2 kuruşa vereceksin der!”
“KİMİN AĞZISIN SEN, DEVRİMİN, EYLEMİN, TARİHİN?”
Eşkâl oyununun tanıtım bülteni şöyle: “Her karşılaşma değilse de kimi karşılaşmalar müstesnadır. Geçmiş ve geleceğin iç içe geçtiği, şimdiki zamanın sessizce kenara çekildiği bir karşılaşmanın oyunu Eşkâl: bir yanda egemen konumda olduğunu iddia eden bir özne, diğer yanda bu konumu parçalamak, dönüştürmek isteyen bir başka özne… Şafak söktüğünde kendi yazgılarına adımlayacak olan bu iki kişinin bir gecelik karşılaşmaları tahripkâr yüklerin, gerilimi yüksek söz ve edimlerin açığa çıkmasına vesile olur: Kazananın da kaybedenin de henüz kesinleşmediği kadim bir mücadele, çözümünü bulamamış bin yıllık bir çatışma; sözün, aksiyonun ve düşüncenin kılıçlarını çektiği bir düello… Ve bu düelloda uzlaşma noktaları olmayan, iyilik ve kötülük, doğruluk ve yanlışlık, haklılık ve meşruiyet arasındaki sınırların eridiği iki ayrı dünya, iki ayrı dil ve söylem alanı… Bu dünyalar arasındaki çatlaklarda efendi ve köle diyalektiğinin başlıca araçlarından olan “dil” dışında bir zemin yoktur. Fakat bu kaygan ve tuzaklarla dolu zeminde karşılıklı anlaşma imkânsızdır. Bedenlerin, jestlerin, susma ve konuşma hamlelerinin oluşturduğu diller arasında uçurumlar vardır. Dil artık iletişimin, aktarımın değil, tarihsel bir savaşın sahadır… Savuşturmaların, provokasyonların, geri çekilmelerin, hücum ve saldırıların, ani manevraların, hilelerin kullanıldığı bu sahada hayatta kalmak için sadece politik değil, estetik bir duyuş da gereklidir: “kimin ağzısın sen, devrimin, eylemin, tarihin?”