Şuan Okunan
Galata’nın günahları: Kahveler, meyhaneler…

Galata’nın günahları: Kahveler, meyhaneler…

Bir liman kenti, elbette kendini denizcilerin ihtiyaçlarına göre biçimleyecekti. Uluslararası ticaretin yüzyıllarca en önemli limanlarından biri olan Galata da öyle yaptı. Geniş bir liman, doğal liman olarak Haliç ve tersanelerle denizcilik hep Galata’nın odağında oldu. Perşembe Pazarı’nda yoğunlaşan esnaf ve zanaatkârın iş kolları, semt genelinde faaliyet gösteren tüccarların iş yapma biçimleri, Galata Borsası, bankerler, bankalar… Tümü ana sektör olan denizcilik ile birlikte gelişti, büyüdü. Nüfus yapısını bile belirleyen denizciliğin, elbette Galata-Karaköy kültürünü belirlememesi düşünülemezdi.

Meşhur Galata kahveleri, içkili çalgılı eğlence mekanları, balozlar, tavernalar hayatın bu doğal akışı içinde Galata’nın her dönemi var olageldi. Bizans’ta da böyleydi, Cenevizlilerde de, Osmanlı’da da… Evliya Çelebi, Galata’yı anlatırken çarşılar, kapanlar, dükkanlar, attarlar ile birlikte harabathaneleri (meyhaneleri) de sayar. Her biri 500-600 kişi alabilecek büyüklükte 200 civarında meyhane olduğunu söyler. Evliya Çelebi’nin aktardığına göre, İstanbul’un üç yakasında Hamr Emaneti’ne bağlı binden fazla meyhane vardır. Buralarda çalışan sayısı 6 bini bulur. O dönem meyhanecilik Rum ve Ermenilerin işidir, meyhaneler ağırlıkla onların yaşadığı semtlerde yoğunlaşır.

Ruhsatlı meyhanelere “gedikli meyhane” denir, kaçak göçek çalışanlar, ayaküstü içki verenler “koltuk meyhanesi” diye anılırdı. Bazı devlet görevlileri ile görülmek istemeyen bazı beyefendiler de koltuk meyhanelerinin müdavimiydi. O dönem İstanbul’da üç yüz civarında da koltuk meyhanesinden söz edilir.

Galata’nın meyhaneleri zaten fetihten önce de meşhurdur. Evliya Çelebi’den bir önceki yüzyılda yaşayan tarihçi ve şair Latifi (1491-1582) ise İstanbul yakası meyhanelerinin Tahtakale’de toplandığını, Galata’nın ise “baştan başa meyhane” olduğunu yazar. Evliya Çelebi’ye göre de “Galata demek, meyhane demektir”. Osmanlı döneminde Galata meyhaneleri denizcilerin, aylakların, berduşların olduğu kadar, aydınların, şairlerin de uğrak yerleriydi.

19. yüzyılın Galata’sında içkili ve çalgılı eğlence mekanlarına baloz denirdi. Balozun müşterileri çoğunlukla denizcilerdi. Balozlarda kantodan tangoya, polkadan mazurkaya hemen her tür müzik çalardı. Kavga gürültü eksik olmayan balozlarda ücretli kabadayılar korumalık yapardı.

Reşad Ekrem Koçu İstanbul Ansiklopedisi’nde Galata meyhanelerini şöyle anlatıyordu: “Yakın zamana kadar halkının çoğunluğunu Rumlarla Frenklerin teşkil ettiği Galata, İstanbul’un fethinden bu yana yüzyıllar boyunca meyhanelerinin çokluğu, büyüklüğü hepsi Rum milletinden meyhanecilerinin de işret erbabının keyfine uygun hizmetleri pekiyi bilmeleri ile meşhurdu. Bu meyhaneler genellikle gelip geçen denizci, bekar gurbetçi, maceraperest bıçkın tiplerden oluşan müşterilerinin zaman zaman cinsel tacizlerine aldırmayacak meşrepte personel kullanırlardı.”

Meyhane çoktu, ama içki yasakları da eksik olmadı. Kanuni döneminde konan yasağı ünlü şair Baki şöyle anlatır: “Reh-i meyhaneyi kat’ etti tiğ-i kahrı Sultan’ın / Su gibi arasın keti Sıtanbul u Kalatâ’nın” (Padişahın kılıcının gücü meyhanenin yolunu kesti / İstanbul’la Galata’nın arasını su gibi kesti). 3. Murat, 1. Mahmud, 3. Selim, 1. Ahmed, 4. Mehmed ve daha pek çok padişah da içkiyi yasaklar. Naima Tarihi’nde 4. Mehmed döneminde yasağa rağmen Yeniçeri Ağası’na haraç veren meyhanelerin çalıştığı yazılıdır. En meşhur yasaklar ise 4. Murat döneminde yaşanır.

Galata bölgesinde her dönem fuhuş da yaygındı. Osmanlı döneminde ağır cezalar öngörülmesine rağmen Galata bölgesinde fiili bir serbestlik vardı. Ahmet Rasim “Muharrir Bu Ya” adlı kitabında şöyle yazar: “Evet, o zamanlarda zamparalık, genelevcilik iki kısıma ayrılmıştı. Birine İslam zamparalığı, ötekine karşı hovardalığı denirdi. İslam zamparalığı tehlikeli yani baskınlı, Beyoğlu hovardalığı ise serbestti”. Osmanlı’nın son dönemlerinde artık genelevler yasallaşmış, Galata’da, Beyoğlu’nda, Kadıköy’de pek çok ev açılmıştı.

Ayrıca Bakınız

İstanbul’un kahve düşkünlüğü

Meyhaneler kadar Galata kahvehaneleri de meşhur ve yaygındı. İtalyan yazar Edmondo de Amicis, İstanbulluların kahve düşkünlüğünü şu sözlerle anlatır: “İnsan İstanbul’un neresinde bulunursa bulunsun, etrafına hiç bakmadan sadece bir bağırması kafidir: Kahveci! Üç dakika sonra önünüzde bir fincan kahve tütmeye başlar.”

Kahveler işlevlerine göre ayrılmıştır: Esnaf kahvesi, gariban kahvesi, hemşeri kahvesi, amele kahvesi, kır kahvesi, köy kahvesi, kuşçu kahvesi, lonca kahvesi, tulumbacı kahvesi, sabahçı kahvesi… Kahvelerde oyunlar oynanır, kimi kahvelerde çalgılı eğlenceler düzenlenir, Ramazan aylarında Karagöz Hacıvat ile meddah gösterileri yapılırdı.

Galata kahvehaneleri, meyhaneleri ile birlikte tehlikeli mekanlardı. Reşat Ekrem Koçu “Eskiden Galata’dan geçilmezdi, Yüksek Kaldırım’dan çıkılmazdı, buraları muhataralı yerlerdi. Galata surları ve mezarlıklar dolaşılarak çıkılırdı. Buralar işsiz güçsüz, adam soyan, adam öldüren, yol kesen insanların bulunduğu yerledi. Bunlar sabahçı kahvelerinin devamlı sakinleriydi” diye anlatır bu durumu. Bu durum Galata ve Tophane kahveleri için, bilhassa da sabahçı kahveleri için geçerlidir.

Yüzyıllar boyunca meyhanelerin ve kahvehanelerin mekanı olan Galata, bu özelliği ile siyasi, kültürel, fikri tartışmalara da ev sahipliği yapmıştır. Pek çok fikrin de tartışıldığı, farklı kültürlerin buluştuğu bu karmaşık yapı, yabancı seyyahların, yazarların da dikkatini çekmiştir.


Tüm Hakları Saklıdır 2024 - Tasarım: Merhaba Grafik