Karaköy’ün Cumhuriyet’le Yeniden Doğuşu: Cumhuriyet’in İlk Yılları Gibiydi Yüzün
“Konsolide tahviller de burada işlem görürdü, zaten bu nedenle Konsolide Han denirdi. Burası sadece Galata’daki pazarın değil, tüm İstanbul pazarlarının kalbiydi. Ayrıca şüphe yok ki İstanbul’daki en gürültülü yerdi. Gelip geçenlerin bu kakofoniyle kafası karışır, şehri gezmeye gelenler içeride ürkütücü bir şeyler olup bittiğini zannederlerdi. Akşam han kapandığında, bu kargaşa aniden son bulurdu.”
N. Karavias, 1933
MUSTAFA KARA
Osmanlı’nın son döneminde kapitülasyon sahibi devletlerin serbest limanı haline gelen Galata Limanı, Osmanlı’nın ekonomisini teslim ettiği Duyun-u Umumiye’nin elinde uzun yıllar geçirir. Bu teslimiyet haline son veren Cumhuriyet’in aldığı ilk kararlardan biri, İstanbul’un yüzlerce yıllık başkentliğine son verir. Başkent Ankara’dır artık. Malatya Milletvekili İsmet İnönü ve arkadaşlarının verdiği bir maddelik yasa önerisi 9 Ekim 1923 günü kabul edilir. Yani Cumhuriyet’in ilanından 20 gün önce. Bir süre sonra “değiştirilemez hüküm” haline getirilen bu madde “Devletin makam-ı idaresi, Ankara şehridir” der.
İstanbul neredeyse kurulduğundan beri üzerinde taşıdığı başkent kimliğini yitirmiş, siyaset başka bir mecrada akmayı seçmiştir. Bu karar, İstanbul’un devletin ekonomik başkenti olma özelliğini değiştirmez. Yine de dünyaya kafa tutarak kurulmuş Cumhuriyet’te İstanbul’un uluslararası ticaret alanında eski ihtişamını sürdürmesi kolay olmayacaktır artık. Saltanat’ın ardından Hilafet’in de kaldırılarak Saray mensuplarının sürgün edilmesi gibi faktörler şehrin kısmen fakirleşmesine yol açar. İşgal yılları, sürgünler, göçler ile sarsılan İstanbul ekonomisi hanedanın saçtığı paralardan da mahrum kalmıştır. Yoğun borçlanma ekonomisinin getirdiği ticari hareketlerin yerine kendi ayakları üstünde duran reel bir ekonomi yaratma göreviyle karşı karşıya kalır İstanbul. Osmanlı’dan kapitülasyonlar ile birikmiş borçları devralan genç Cumhuriyet’in kalkınma hamlesinin merkezi elbette İstanbul olacaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde atılan ufak tefek adımlar, yüzyılların biriktirdikleri ile birleşerek bu hamleyi yapacak dermanı oluşturacaktır.
Ustanın çırağa öğrettiği bir okul
Ekonomi ve finans merkezi Galata-Beyoğlu bölgesi de İstanbul’un ticaret, sanayi merkezi olacaktır. Galata’daki ticaretin kalbi ise Perşembe Pazarı’nda atar. Tesisatçılar, tornacılar, pik ve sarı dökmeciler, kalafatçılar, frezeciler, planyacılar, kaynakçılar, gemi makineleri tamircileri, hırdavatçılar ve daha pek çok küçük işletme yeni bir dönemin başlangıcına hazırdır. Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar adeta okul gibi çalışarak nice ustalar yetiştiren, kuşaktan kuşağa bilgi aktarılırken nice çırağın ustaya dönüştüğü Perşembe Pazarı sokaklarında da hayat artık daha dinamik akar.
Voyvoda Caddesi boyunca büyük banka binalarının yanı sıra elektrik parçaları satan dükkanlar boy göstermiştir ve o günlerden bugünlere bu bölge Şişhane taraflarına kadar hâlâ elektrikçilerin hakimiyetindedir. Selanik Pasajı dönemin AVM’sı gibi çalışır. Kemeraltı Caddesi’nde çeşitli tesisat malzemeleri satılır.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Perşembe Pazarı, iç içe geçmiş farklı meslek gruplarının entegre bir çalıştığı bir sanayi tesisi gibidir. Bir yanı lonca geleneği, bir yanı esnaf dayanışması, diğer yanı da müthiş bir iş bölümü olan bu sistem torna, tesviye ve freze tezgâhlarının gerekli her parçayı üretebildiği, dönemin ihtiyacına yanıt verebilen bir mekanizma kurmuştur. Usta çırak ilişkisi ve yüzyılların getirdiği gelenek görenek insani ilişkileri de farklı kılmıştır.
Artık değişim vaktidir. Perşembe Pazarı, geçmişte geçirdiği değişimleri yüzyıllara yayılarak yaşarken Cumhuriyet döneminde her şey hızla olur. Osmanlı’nın son döneminde ulaşım, altyapı ve yeni teknolojiler ile ilgili adımlar atılmış, bu dönüşüme zemin hazırlanmıştır. Karaköy ve Perşembe Pazarı, uluslararası ticaret merkezi olma özelliğini geliştirerek, yeni bir döneme başlayacaktır.
Voyvoda Caddesi, Kemeraltı Caddesi ve civarı yüksek binalar, banka merkezleri, devasa iş hanlarından oluşan bir hale geleli çok olmamıştır. Ve hâlâ Osmanlı’dan aldığı mirasla ekonominin, finansın kalbi burada atmaktadır. “Konsolid Han” da denen Borsa Han’ın Cumhuriyet’ten sonraki halini 1933’te N. Karavias şöyle anlatır: “Borsa binası şimdi ayakkabıcıların ve Tokatlı Lokantası’nın bulunduğu binada, tam Havyar Han’ın karşısındaydı. Üç katlı bir binaydı. Büyük salonun içinde demir merdivenler ve galeriler vardı. Döviz ve tahvil alım satımı burada yapılırdı. Konsolide tahviller de burada işlem görürdü, zaten bu nedenle Konsolide Han denirdi. Burası sadece Galata’daki pazarın değil, tüm İstanbul pazarlarının kalbiydi. Ayrıca şüphe yok ki İstanbul’daki en gürültülü yerdi. Gelip geçenlerin bu kakofoniyle kafası karışır, şehri gezmeye gelenler içeride ürkütücü bir şeyler olup bittiğini zannederlerdi. Akşam han kapandığında, bu kargaşa aniden son bulurdu. Tellalların ve sarrafların çoğunun kasaları bu binada olduğundan kalabalık bir bekçi grubu tarafından korunurdu. Borsanın yanındaki ve Havyar Han’ın önündeki alanı sarrafların tezgahları kaplamıştı. Sarrafların çoğu zengin kişilerdi. Şehrin fakirleri ve şehir dışından gelenler nakde sıkıştıklarında altınlarını sarraflara bozdururlardı. Sarraflar altın ve kuyum karşılığında borç da verirdi. Tezgahların her birinin üzerinde çeşitli ülkelerin paralarıyla dolu kırmızı tahta bir kutu vardı.”
Yine yıkım, yine yeniden inşa
1927’ye gelindiğinde İstanbul Şehremanet sınırları içinde 742.763 kişi yaşamakta, bunun yüzde 40’ı da Beyoğlu ilçesi sınırları içinde oturmaktadır. Galata ile birlikte Beşiktaş ve Şişli’yi de kapsayan Beyoğlu İstanbul’un neredeyse yarısıdır. Kentleşme hamlelerinin Beyoğlu’ndan başlaması kaçınılmaz olur. 8 Ağustos 1928 açılan Taksim Cumhuriyet Anıtı ise yeni İstanbul’un ve yeni Türkiye’nin simgesi olarak kentin yeni merkezini işaretler. Cadde-i Kebir’in adı 10 Nisan 1927’de İstiklal Caddesi olarak değiştirilir. Bağımsızlık, cumhuriyet gibi kavramlar sadece sokaklarda, anıtlarda değil dönemin ruhunda da etkisini gösterir. Geniş yollar, bulvarlar, çağdaş mahallelerin inşası da eş zamanlı olarak başlar.
1933 yılında Herman Elgötz tarafından hazırlanan planda Karaköy ve Perşembe Pazarı dışında Haliç boyunca uzanan yamaçların iş ve ticaret alanı olması, bunun için var olan yolların genişletilmesi, Haliç kıyıları boyunca yeni yollar açılması öngörülür. Bu planda Karaköy bölgesine düşen misyon sanayi ve ticarettir.
Fransız plancı Henri Prost 1936-1951 döneminde İstanbul’un planlama çalışmalarını sürdürür. Tarihi yarımada ve Beyoğlu için hazırladığı 1/5000 ölçekli Nâzım İmar Planı 29 Nisan 1938 günü yürürlüğe girer. Kentin pek çok yerinde yollar yenilenir, geliştirilir, Azapkapı-Unkapanı arasındaki köprü hizmete girer. Taksim, Tepebaşı ve Sıraselviler’de ilk asfaltlama çalışması yapılır. 1939’da Taksim Kışlası yıkılır ve İnönü Gezisi adıyla park yapılır. Taksim Anıtı’nın Gezi Parkı içine taşınması bile kararlaştırılır, ancak uygulanmaz. İnönü Stadı, Spor Sergi Sarayı, Açık Hava Tiyatrosu hizmete girer, Dolmabahçe Sarayı Has Ahırları kaldırılır. Gümüşsuyu Caddesi açılırken Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nun eşsiz binası da yıkılır. Henry Prost’un planında Perşembe Pazarı ve civarı ile ilgili olarak şunlar öngörülür: Galata ve Unkapanı köprüleri arasında gıda satış alanlarının geliştirilmesi, sanayinin Haliç çevresinde toplanması, bölgenin nüfus yoğunluğunu azaltmak üzere boş alanlara yeni mahalleler kurulması.
Şehir değişiyor, nüfus değişiyor
İkinci Dünya Savaşı atlatılıp, Demokrat Parti iktidara geldikten sonra, daha da büyük değişimlerin vakti gelir. İstanbul “gecekondu” kavramı ile tanışmış, takvimler 1949’u gösterdiğinde İstanbul’da 5000 kayıtlı gecekondu oluşmuştur. 1950’ye gelindiğinde kentin nüfusu 1 milyon 166 bine ulaşmıştır. 1952 yılına gelindiğinde İstanbul Belediyesi, dönemin şehircilik profesörleri ile bir araya gelerek bir heyet oluşturur. 1/5000 ölçekli Beyoğlu Nazım Planı, 1/10. 000 ölçekli sanayi planı, 1/500 ölçekli Beyoğlu tatbikat planları bu heyet tarafından hazırlanır ve 1954’te onaylanır. Demokrat Parti iktidarının farklı vizyonu ile birleşen bu şehircilik anlayışı, İstanbul’a sert müdahalelerde bulunmaya başlar. Önceki yüzyılda kısmen yapılan yolların genişletilmesi çalışmaları, bu kez çok daha sert ve net olarak uygulanır.
Karaköy ve Perşembe Pazarı bu sert değişimin dışında kalamaz, hatta tam göbeğinde yer alır. 1954 yılında onaylanan Beyoğlu Nazım İmar Planı ise Haliç’in Beyoğlu sahillerinin 1. sınıf gayri sıhhi müesseseler ile antrepolara tahsis edilmesini öngörür. 1956’de başlayan Menderes Dönemi İmar Operasyonları’nda Perşembe Pazarı’nın ortasından geçen Karaköy-Azapkapı yolu yıkımlarla genişletilip Tersane Caddesi açılır. Fatih’in yaptırdığı Galata Bedesteni’nin bir bölümü de bu yol çalışması sırasında yıkılır. Bedestenin yola bakan yönünde kapı dışında dükkan kalmaz. Galata Yeni Camii yıkılır ve yerine bugün de faal olan Hırdavatçılar Çarşısı açılır. Ermeni Kilisesi Surp Krikor Lusavoriç, 1958 yılında yıkılır, ancak 1965’te yakın farklı bir noktada yeniden yapılır.
Bugün de pek büyük sayılmaz ama, 1950’lere gelindiğinde Karaköy Meydanı aslında çok daha küçüktür. Galata Köprüsü’nü geçince hemen solda 19. yüzyılda yapılmış Aziziye Polis Karakolu vardır. Mimarisinden ötürü Süslü Karakol da denir. Karakolun hemen arkasında kadın giysileri dikip satan fermenecilerin bulunduğu hanlar vardır. Bugün Selanik Han dışında bu hanların hiçbiri ayakta değil. Süslü Karakol da, hemen karşısındaki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii de bugün yok. Her iki yapı da 1956 yıkımlarında yerle yeksan olur.
Kenti işlevsel bölgelere ayıran Prost Planı, özellikle Galata ve Perşembe Pazarı bölgesinde eski kent dokusunu tahrip olmasına yol açmıştır. Planın tek olumlu sonucu Haliç ve Boğaz siluetini koruyacak biçimde yapı yüksekliklerini sınırlandırması olmuşur. Bu sayede Haliç’in silüeti fazla bozulmadan bugünlere ulaşır.
Sanayi tesisleri Haliç kıyılarını kaplıyor
Yüzlerce yıldır bir arada kardeşçe yaşamış İstanbul’un farklı uluslardan esnafları, sanayicileri, ustaları Cumhuriyet’in ilk yıllarında da Perşembe Pazarı’nın ağırlıklı bileşimini oluşturur. İkinci Dünya Savaşı’nın dünyayı alt üst eden yıkıcılığı geçince İstanbul’a Anadolu’dan da yoğun göç akmaya başlar. Artık ekmek de aslanın ağzındadır, Perşembe Pazarı’nın Rum, Ermeni ya da Türk ustalarının yanında çırak olmak, aileler tarafından çocuklarının kurtuluşu olarak görülür.
Kent planlamasındaki değişimler, yıkımlar, yeniden inşa çalışmaları ile nüfusta yaşanan değişimlerin at başı gittiği bir süreç yaşanır. Önce Varlık Vergisi süreci, ardından İsrail’in kurulmasıyla Yahudi nüfusta yaşanan göç ve son olarak da 6-7 Eylül olaylarının ardından yaşanan göçler Galata’nın yüzlerce yıllık kozmopolit yapısında ciddi değişimlere yol açar. 1950’den sonra Türkiye’nin, özellikle de İstanbul’un hızlı bir büyüme trendi içine girmesi, hızlı kentleşme semtlerin, ilçelerin yapılarında da değişikliklere yol açar.
Nüfus bileşimi de değişecek, ekonominin ve siyasetin yeni kuralları Perşembe Pazarı’nı hem büyütecek, hem değiştirecektir. Gayrimüslimlerin terk ettiği mekanlar Anadolu’dan göçlerle dolmaya, Karaköy bölgesinin nüfus yapısı değişmeye başlar.
Kuralsız yapılaşma dönemi 1970’ler
Demokrat Parti dönemi bitip, 1960’lar başladığında ilk adım tramvayları kaldırmak olur. Artık ulaşım troleybüsler ve otobüslerle, yani karayoluyla yapılacaktır. Bu dönemde İstanbul Belediye Başkanı Haşim İşcan tarafından Galata Kulesi restore edilir, bu kez geçmişin “yıkıp yeniden yapma” uygulamaları yerine “koruma altına alma” eğilimi ortaya çıkar. 1966 Sanayi Planı çalışmaları ile plansız sanayileşmenin ve buna paralel artan gecekondulaşmanın önüne geçilmeye çalışılır. Plana göre, Eminönü-Eyüp kıyı kesiminde yer alan sanayi tesisleri dondurulur, Karaköy-Silahtar arası kıyı kesimine ise yeni sanayi tesisi yapımı önerilir. Bu planın da pek uygulandığı söylenemez.
1970 yılında onaylanan 1/1000 Ölçekli Karaköy – Azapkapı Uygulama İmar Planı, Tersane Caddesi’ne cephesi olan ticaret alanlarında 24.5 metre, diğer alanlarda kademeli olarak 15.50 metre bitişik nizam ticaret-ofis yapılanması öngörür. Cadde boyunca inşa edilen yüksek katlı yeni binalar, tarihi pek çok eseri görünmez kılan bir etki yaratır. Heybetli Arap Camii Sokak arasında görünmez kalır, yüzlerce yıllık binalar dar sokaklara sıkışır. Bölge, bu dönemki yapılaşma ile bugünkü haline yakın bir görüntüye bürünür.
1971 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu’nun oluşturduğu komisyon Beyoğlu bölgesinde çalışma yürüterek, Galata surlarından kalan parçalar ile Taksim Tünel arasındaki tarihi binaların korunması kararı alır. Koruma amaçlı listeler oluşturulur. Ancak, 1970’ler koruma açısından da, kentleşme açısından da hiç parlak geçmez, bu yıllar daha çok kuralsızlık ve gecekondulaşma ile anılır.
1980 yılında onaylanan İstanbul Metropoliten Alan Nazım Planı da Haliç ve Galata köprüleri arasındaki bölgenin her iki yakada da “Merkezi İş Alanı” olarak kalmasını öngörür. Plan ile, Perşembe Pazarı’nı da kapsayan bu bölgede şirket merkezleri ile ticaret ve hizmetlerin yoğunlaşması, üretimin bölgeden uzaklaştırılması öngörülmektedir. Plan, Tarihi Yarımada ile birlikte Galata ve Beyoğlu için de “kültürel doku ve doğal yapı”nın korunmasını, yoğunluğun azaltılmasını öngörür. Plan onaylanır, yürürlüğe girer, ancak uygulanamaz. Perşembe Pazarı, büyük değişim vaat eden 1980’li yılları yoğun bir kirlilik, uygulanamayan planlar ve karmaşık bir kimlik ile karşılar.
Haliç sanayi kirliliğine teslim oluyor
Şehircilik açısından atılan adımlar kadar önemli bir mesele de İstanbul’un kalbindeki kirliliktir. Prost Planı’nın Haliç sahillerini bütünüyle ticaret ve mahalli sanayinin gelişmesi için planlaması, Unkapanı Köprüsü’nden Haliç’in sonlarına doğru olan alanı büyük sanayiye ayırmasının olumsuz sonuçları kısa sürede ortaya çıkar. Azapkapı’dan ötedeki tersanenin yanı sıra, Haliç’in her iki yakası da yoğun sanayi tesisleri ile dolmuştur. İki taraflı olarak Haliç’in içlerine uzanan ağır ve orta büyüklükteki sanayi işletmeleri bütün Haliç’i etrafa koku yayan bir bataklığa dönüştürür.
İstanbul’un öteden beri deniz ve demir yolu ağırlıklı bir taşımacılık sistemine sahip olması bu eğilimi artırır. O günlerde Avrupa’dan İstanbul’a; İstanbul’dan Anadolu’ya sadece gidiş geliş birer şeritli bir karayolu vardır. 1833’te açılan İstanbul’un ilk sanayi tesisi Feshane’den başlayarak hemen bütün fabrikalar Haliç kıyısında kurulur. Bu eğilim, merkezi planlar ile de desteklenir. İstanbul’un ilk termik santralinin 1914’te üretime geçtiği Haliç’in iç kesimleri 1980’lere kadar fabrikalar, işletmeler ve tesisler ile dolar, taşar.
Termik santralin yarattığı kirliliğe 1923’te hizmete açılan Sütlüce Mezbahası eklenmiştir. Bu tesis de 1990’lara kadar İstanbul’un tek kesimhanesi olarak kullanılır. Karaköy’deki Balık Hali de benzer bir koku ve kirlilik kaynağı olarak uzun süre varlığını sürdürdür. Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin hemen yanındaki balık hali, denizde ölü balıkların yüzdüğü, kokudan yanına yaklaşılamayan bir kirlilik kaynağıdır. Haliç’in iki yanlı sırtlarına uzanan irili ufaklı fabrikaların atıklarıyla sistemli bir kirliliğe maruz Haliç, artık bu yükü taşıyamaz. 1980’lere gelindiğinde kokudan yanına yaklaşılmaz haldedir.
İstanbul Belediye Başkanı Bedreddin Dalan’ın “gözlerim gibi mavi olacak” sloganıyla Haliç’i kurtarma çabalarına girişeceği günler gelmiştir.