Şuan Okunan
Kültürlerinin İzleri Her Yerde: Rumlar

Kültürlerinin İzleri Her Yerde: Rumlar

Rumların izleri Anadolu’nun her karışında izleri bugün de yaşar. Mimariden, yemek kültürüne; yer adlarından inanışlara Rum kültürünün izleri görülür. Mübadele yılları… Rumların Anadolu’dan kitlesel olarak sürüldüğü dönüm noktasıdır Mübadele. Daha önceki nüfus azalmalarının, göçlerin aksine toplu bir uzaklaştırma halidir Mübadele… Türkiye ve Yunanistan hükümetlerinin anlaşmasıyla Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan değişimle, 1,5 milyon Rum Anadolu’dan sürüldü. 600 bin kişi de Yunanistan’dan Türkiye’ye geldi. Ne gelenlere, ne gönderilenlere soruldu bu…

Yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşayanlar, kendilerinin fikri bile alınmadan, muhatap kabul edilmeden gönderildi. İzmir’den Samsun’a; Balıkesir’den Konya’ya Anadolu’nun dört bir yanındaki Rum nüfus bir anda yok oldu. Sonrasında sanki hiç yaşamamışlarmışcasına izlerini yok etme hamleleri de geldi. Anadolu’nun binlerce yıllık sakinleri bir avuç kaldılar.

1935 yılında Türkiye’de sadece 108 bin Rum kalmıştı. Bunlar da mübadele dışı tutulan İstanbul Rumları ile Gökçeada ve Bozcaada Rumlarıydı. Sonrasında Varlık Vergisi, 6-7 Eylül saldırıları gibi gelişmelerle kalan Rumların çoğu da Yunanistan’a göç etmek zorunda kaldı. 1964 yılındaki Kıbrıs krizi sırasında ise 13 bin Rum “20 dolar, 20 kilo eşya” almalarına izin verilerek sınırdışı edildi. Aileleri ile birlikte sayıları 45 bini bulan Rum Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı. Bu sürgün, zaten sayıları epeyce azalan İstanbul Rumları için “son” olarak algılandı. Türkiye devletine güvenini yitiren Rumların büyük bölümü İstanbul’u terk etti.

Rumlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda elde ettikleri “azınlık” statüsünden kaynaklı haklarını kullanabiliyorlar. Fakat, fiili baskılar ve saldırılar sonucu bugün sayıları bir kaç bine kadar düşmüş durumda. Türkiye’deki Rumların çoğu İstanbul’da yaşıyor. Beyoğlu, Galata, Nişantaşı, Kurtuluş gibi semtlerle Adalar’da yoğunlaşmış durumdalar. Rum okulları hala faal, ancak çok az öğrencileri var.

Paskalya bayramı, Rum kültürünün bugünlere uzanan vazgeçilmez izlerinden biri. Yumurtaların rengarenk boyandığı, paskalya tavşanlarıyla çocukların eğlendiği ve paskalya çöreğinin yenildiği bir bayram günü… Baklavaların, revanilerin, kadayıfların yapıldığı günler. İstanbul Rum cemaatinin yaşadığı semtlerde coşkuyla kutlanırdı bu özel günler. Kathari Deftera günü Kurtuluş Meydanı’nda büyük bir eğlence yapılırdı. İsa’nın vaftiz edildiği 6 Ocak’ta Ta Fota gününde denizden haç çıkarma töreni bugün de sembolik olarak devam ediyor.

Noel’de de, yılbaşında da şarkılar söylenir, hindi yenir, nar kırılır, eşsiz sofralar kurulur. Çam ağacı süsleme ve hediyeleşme geleneği Rumlarda da vardır. Rum Ortodoks geleneğinde pek çok yortu, bayram, oruç yer alır. İstanbul’da bolca bulunan “şifalı sular” Ayazmaların da ayrı ayrı günleri vardır.

Osmanlı İstanbul’unda Patrikhane’nin olduğu Fener’den sonra en büyük Rum yerleşimi Beyoğlu, yani Pera’ydı… Özellikle 17. yüzyıldan sonra Pera’da ciddi bir Rum nüfus oluştu ve varlıkları 1955 yılındaki 6-7 Eylül saldırılarına kadar sürdü. Rumların varlığı, sonrasında gelen Levantenler ve diğer azınlıklar ile birlikte bambaşka bir Beyoğlu kültürünün de doğuşuna kaynaklık etti. Sanattan kültüre, içki mekanlarından modaya Avrupai bir kültür yüzyıllarca Beyoğlu’nda ve yakınındaki Tatavla’da, yani bugünkü adıyla Kurtuluş’ta varlık gösterdi. Bugün “Nerede o eski Beyoğlu?” diye anlatılagelen geleneklerin neredeyse tümüne işte bu dönem damgasını vurmuştu.

Son yıllarda geleneksel bayramlar cemaatin kendi iç meselesi olmaktan çıktı, kilise kapılarının ardında sıkışmaktan kurtuldu. İstanbullu Rumların büyük oruç öncesi düzenlediği geleneksel Baklahorani festivali artık sokaklarda kutlanıyor. Oruca “bakla” yenilerek başlandığı için bu ad verilen festival, Kurtuluş sokaklarında eskiye anlamlı bir gönderme. En son 1941 yılında yapılan Baklahorani, 2009’da küçük bir grup ile yeniden sokaklara döndü. Yeri gelmişken Baklahorani’nin aslında Hıristiyanlık öncesi bir Pagan geleneği olduğu da söyleyelim.

Oldukça köklü olan Rum mutfağı, aslında bugünkü Anadolu mutfağının da önemli bir bölümünü oluşturuyor. Özellikle de İstanbul ve Ege mutfağı… Enginarlardan sarmalara, fasülyelerden pastalara uzanan zenginlikteki Rum mutfağı, meyhane kültürü içinde ayrı bir yer sahip. Elbette, Marmara ve Ege’nin bereketli olduğu yılların hatırası olarak Rum mutfağı deniz ürünleri konusunda da oldukça zengin. Ve elbette zeytinyağı… Binbir çeşit ot ve sebze ile dolu Rum mutfağını zeytinyağı ve zeytinyağlılar olmadan düşünmek neredeyse imkansız. Bugün ara ara “Türklerin mi, Rumların mı?” tartışmalarına neden olan pek çok yemeğin, yiyeceğin, geleneğin kaynağını Rum kültüründe bulmak mümkün.

Rum mutfağı deyince Rum meyhanelerini anmadan olmaz. Ama meyhane sadece mutfak ile ilgili değil elbette. Sohbetin, biraradalığın simgesi Rum meyhanelerinin izleri bugün hala Beyoğlu’nda, Adalar’da ayakta… Ama sadece “izler”i… Yoksa sohbetin adabından, mezelerin zenginliğine ve hepsinden önemlisi “insan”a dair çok şey değişti çünkü…

Hem Bizantion dönemi, hem Constantinapolis dönemi, hem İstanbul dönemi boyunca İstanbul mimarisinin nasıl bir harmoni ile geliştiği bugün de görülür. Türkiye’de Rumların yaşadığı pek çok şehir gibi, İstanbul’da da Rum mimarların diren izleri var. Beyoğlu, Boğaziçi, Kadıköy gibi pek çok semtte özellikle Osmanlı’nın son dönemi yapılan eserler, bugün de nefes alıp veriyor. Çiçek Pasajı, Suriye Pasajı gibi yapıların yanında 19. yüzyılda yapılan Rum okulları ve kiliseler de tüm heybetleriyle dimdik ayakta. Hıristiyanlığın en eski kiliselerinden Ayasofya’dan yakın dönemin kiliselerine uzanan bu tarihsel örnekler, İstanbul mimarisine rengini veren zenginlikler… Kiliselerin içindeki ikona sanatı da hem dinsel hem sanatsal açıdan bugüne uzanan derin bir kültür. Mozaiklerde, fresklerde, yazmalarda kullanılan sanat, bu toprağın resim sanatının da kaynağı.

Rumlar deyince Karamanlidesleri, yani Karamanlıları anmadan olmaz. Tarihte Türkçe’yi resmi dil olarak kabul eden ilk devletin varisleri Karamanlılar… Rum mu, Türk mü oldukları hala tartışmalı olan. Türkçe’yi Rum alfabesi ile yazan, Rumca da konuşan topluluk… Türkleşmiş Rumlar olduklarını savunan da var, Rumlaşmış Türkler olduklarını da… Mübadele ile Yunanistan’a gönderilenler de onlar; Türk diye oralarda ayrımcılığa uğrayan da… Hangisi doğrudur bilinmez; ama kesin olan Karamanlideslerin, Karamanlıların özgün bir tarih ve kültürünün yok sayılması…

Ayrıca Bakınız

İstanbul ve Anadolu’nun diğer yerlerindeki Rumlar’dan farklı bir halk ise Pontus Rumları… Helenika, Romeyika denilen bir tür Antik Yunanca konuşan Pontus Rumları 5 asır önce Pontus Rum İmparatorluğu kurmuş, köklü bir halk… Karadeniz’e Pontus denilen Eski Yunanca’dan kalan bu isim, zaman içinde Karadeniz kıyısındaki, özellikle Trabzon ve civarındaki Rumları ifade etmek için kullanılmaya başlanmış. 15. yüzyılda Osmanlı hakimiyetine giren bölgede, 18. yüzyıldan itibaren hızlı bir Müslümanlaşma süreci yaşanmış. Çok değil 200. yıl önce Ortodoks Rumlar’ın nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturduğu bölgede bugün Hıristiyan nüfus yok.

Mübadele ile Hıristiyanların tümü Yunanistan’a gönderilmiş. Artık cumhuriyet ile birlikte Türkleştirme de yaşandığından bugün “Rum” kimliğinden söz etmek tepkisellikle karşılaşıyor. Alttan alta yaşayan bazı inanışlar ve ritüellerin yanında yaşayan en büyük iz Romeyika… Yani Pontus Rumcası… Trabzon’un bir çok ilçesinde kendini “Müslüman Türk” olarak tanımlayan pek çok insan “anadili” olarak Romeyika konuşuyor.

Anadolu’nun en eski sahiplerinden Rumlar, bugün İstanbul’a sıkışmış durumda ve sayıları 2 bin civarında… Eski korkular, kaygılar, paranoyalar azaldı ve artık bir “hoş”luk olarak hatırlanıyorlar. İstanbul’un kozmopolit kültürünün yok olmaya yüz tutmuş bir rengi olarak, tavernalı, meyhaneli şen şakrak hallerle…

Nefis Paskalya çöreklerinin, renkli Paskalya yumurtaları silindi gitti bu topraklardan… Çıkıp çıkıp “Noel Baba bu topraklara yabancı” diyenlerin türemesi gibi; Osmanlı’nın, Selçuklu’nun “Diyar-ı Rum” dediği topraklardı buralar. Mevlana’ya bile “Rumi” dedirten…

Yine de, büyük acıların, sürgünlerin, dramların ardından büyük bir kültürün izleri her yerde… Binalarda, toprakta, şarkılarda, yemeklerde, oyun havalarında… Dilimizde…


Tüm Hakları Saklıdır 2024 - Tasarım: Merhaba Grafik