Pek ‘Yabancı’ değil: Burada anlatılan da bizim hikâyemiz!
MUSTAFA KARA
Tam bir kayıtsızlık; öyle hiç kaygı gütmeden ihtiyatsız bir kayıtsızlık. Evet, her şeye, hatta ölüme bile. “Bugün annem öldü; ya da dün, bilmiyorum” diyebilecek kadar. Haklı ya da haksız; ölüme gönderilmeyi de umursamayacak kadar.
Cezayir doğumlu Fransız yazar Albert Camus’nun “Yabancı”sı insanın var oluşuna dair tartışmaları bu kez tiyatro sahnelerinde sürdürüyor. Atlas Tiyatro Araştırmaları tarafından sahneye taşınan “Yabancı” ile ölümün gölgesinde var olma halini, var olmanın amaçsızlığını sorguluyor. Vedat Günyol’un çevirisiyle sahnelenen “Yabancı”yı, Sercan Özinan uyarlamış ve yönetmiş. Dramaturjisi Ece Çelikçapa Özinan’a, hareket tasarımı Dicle Doğan’a, dekor, ışık, kostüm, maske ve kukla tasarımları Polat Canpolat’a ait olan oyunda Abdurrahman Merallı, Alper Çankaya, Ender Sakallı, Gülçin Yiğit, Hasan Demirci, Melih Efeçınar ve Kutay Karagülle rol alıyor.
Hikâye bildik. Şöyle tanıtıyor Atlas Tiyatro; “Bir ölüm haberi ile başlayan Albert Camus’nun yabancı romanı, insanın varoluşuna dair bir tartışmanın kapısını aralar. Mersault’nun ölüm ve ölüme karşılık yaşama içgüdüsü sıradan bir davranıştan başka bir şey değildir. Bu sıradanlık onun belleğinin kendi zamanının dışında var olmasına ve müphemliğe sürükler. Ve böylece Mersault’nun zamanda var olamayan belleği bölük, parçalı ve etrafındaki her şeye karşı ‘yabancı’ bir hâl alır.”
Camus’nun “L’étranger”, yani “Yabancı”sı. Baş karakter Mersault’nün “annesinin cenazesindeki kayıtsızlığı” da delil sayılarak idam cezasına çarptırıldığı bir yargılanma süreci. Hayat ile kurduğu münasebette “kayıtsızlık” halinde olan baş karakter, “absürt/saçma” bir duygu hali içinde mi, yoksa bilinçli bir reddediş halinde mi, bazen karışabiliyor. Geçmişe dair anlatılanlar bu halin yeni olmadığını gösteriyor.
BİR BAŞTA, BİR SONDA; GAYRISI PARAMPARÇA!
Tiyatro Eleştirmeni Erdoğan Mitrani, Şalom’daki yazısında oyunun “zamanda var olamayan belleği bölünmüş, parçalı, etrafındaki her şeye karşı yabancı bir hâl alan” karakteri anlatırken, “Yabancı”nın dekoruyla bağ kuruyor: “Yabancı Mersault’nun birleştirilmiş dört parça ahşap küpten bir yatak üzerine uzandığı, kalktığında aşırı yavaş çekilmiş bir filmdeki gibi hareket ettiği uzunca bir ön oyunla açılır.” Bu cümleleri oyundan önce okuyunca, oyun boyu o dört parçanın birleşip birleşip ayrılmasını takip etmek zaruri oluyor haliyle. Tam yeniden bir bütün haline geldi derken olamayan; tam hale yaklaştığı anlarda da yeniden dağılıveren yamuk prizmalar bunlar, yani Mersault’nün benliği… Yamukluğu ayrı, prizma oluşları ayrı, asla düzene girememeleri apayrı. Bir başta, bir de sonda mümkün bu düzen; insan ömrü gibi. Bir başta, bir sonda.
Türlü maskeler, gözlükler ve abartılı oyunculukları ile ana karakter dışındakilerin sesleri ve beden hareketlerinin aksine müthiş bir dinginlik var Mersault karakterinde. Sesinin yükseldiği tek bir an dışında; sessiz, sakin, dingin. Ne denirse “eyvallah” eden bir kabulleniş hali olduğunu söylemek zor bu durumun. Aksine ne dense itiraz etmeyen bir itiraz hali. Saçma mı? Evet, belki biraz öyle. Vazgeçmek değil midir en büyük isyan? Ana karakterimiz de öyle yapıyor işte. Melih Efeçınar, Mersault’yü canlandırırken daha ilk sahneden itibaren “mimiksiz, tepkisiz, umursamaz” bir yüz koyuyor ortaya ve oldukça güç bir işin üstesinden başarıyla geliyor.
KALAN HER ŞEYDEN FARKLI, ASLINDA HERKES GİBİ…
Ana karakter kot pantolon ve gömlekle gayet “günlük” tasarlanmış kostümleri ile “diğer her şey”den oldukça farklı. Bu haliyle Albert Camus’nun “dünyayı boş ve manasız; insanı, hayatı ve toplumu saçma” yaklaşımının ay gibi parıldadığı bir nokta burası. Marx’ın anlattığı “yabancılaşma”dan da; önerdiği “isyan”dan da epey farklı bir felsefi yaklaşım Camus’nunki. “Kabulleniş” gibi görünen bu koyvermişliği anlamak için yazarın felsefesiyle hasbihal etmek şart. Aslında Albert Camus’nun vardığı yerin de “absürd” olduğunu hatırlayınca anlama çabası da biraz anlamsızlaşıyor ya, neyse… Cinayet ile suçlanan ve sonunda kendisini bekleyen idam cezasını bile bile “kendini savunma zahmeti”ne bile girmeyen vurdumduymazlık, hayatı anlama çabasından da vazgeçmek bir anlamda. Anlam aramaktan vazgeçmek.
“Yabancı”nın ana karakterine “Ölümle biten bir hayat, saçmadır, evet. Bunda kuşku yok. Ama yaşam ölümle bitiyor diye kopacak mıyız, gözümüzü, yüreğimizin kapılarını bu yaşanası dünyanın güzelliklerine, bunlar yanında insanların acılarına çaresizliklerine?” diye sordurur romanın bir yerinde Albert Camus. Bu okura sorulmuş bir sorudur aslında; yanıtını bir başka yerde yine ona verdirir: “Benimde herkes gibi olduğumu, tamı tamına herkes gibi olduğumu ona söylemek istiyordum. Ama bütün bunların aslında hiçbir yararı yoktu. Tembelliğim tuttu, söylemekten vazgeçtim.”
Sözün sırrı, felsefenin özü burada: “Vazgeçtim.” İhtiyatlı bile olmayan “kayıtsızlık” hali burada işte. Yazarın “Beni kuru bir ağacın gövdesine hapsetseler de başımın üstündeki gök parçasına bakmaktan başka yapacak bir işim olmasa da, yavaş yavaş ona alışacaktım” dediği yer gibi bir anlamsızlık hali. Modern insanın, hele de “değiştirme eylemi”nden bıkmış olanının, kaçıp saklanabileceği güzel bir sığınak burası…
“Yabancı” romanının anlattıkları tanıdık; Zeki Demirkubuz tarafından filme çekilmişliği de var. Atlas Tiyatro Araştırmaları, bu önemli felsefi eseri tiyatro sahnesinde, tiyatro sanatının olanakları doğru biçimde kullanarak yeniden var etmek. Soyutlamanın girdabına sokmayan, sıkıcılığa düşmeyen, “benden başka birini anlatıyor” hissi vermeyen bir derinlik bu. Dramaturjik okumasından dekoruna, kostümdeki “uyumsuzluk”tan oyunculuk biçimlerindeki bariz çatışmaya oldukça bilinçli, yerinde tercihler var sahnede.
Yabancılaşma deyince aklımıza ilk gelen Marx olsa da, az önce Marx’ın “yabancılaşma”sından farklı desek de, sonuçta burada anlatılan da bizim hikâyemiz!
Ne gülüyorsun; isimleri değiştir bak!
* Atlas Tiyatro Araştırmaları’nın “Yabancı” oyununu 1 Şubat Çarşamba Saat 20.30’da Kadıköy Emek Tiyatrosu, 11 Şubat Cumartesi Saat 20.30’da Kültüral Performing Arts ve 16 Şubat Perşembe Saat 20.30’da İkincikat Kadıköy’de izleyebilirsiniz.