Şuan Okunan
Soytarı: Bireysel travmanın toplumsal yankısı

Soytarı: Bireysel travmanın toplumsal yankısı

“Ben İsmail oğlu İbrahim Selviler. 2000 yılının 17 Mayıs’ında işlenen cinayeti size anlatacağım. Sadece bu cinayeti değil… 2025’in 6 Haziran’ındaki cinayeti de anlatacağım.”

DİLAN AYDEMİR

Soytarı, Suretbaz Tiyatro yapımı tek kişilik bir sahne çalışması olarak, kişisel itirafı toplumsal hafıza, kimlik arayışı ve mekânsal hafızayla birleştiriyor. Oyunun açılışında İbrahim Selviler’in seyirciye doğrudan hitap eden sözleri, yalnızca karakterin kendini tanıtması değil, izleyicinin tanıklık pozisyonuna davet edildiği bir başlangıç: “Ben İsmail oğlu İbrahim Selviler…” Bu giriş, oyunun dramatik eksenini belirliyor; seyirci sadece bir cinayeti değil, bir yaşamın ağırlığını deneyimlemeye hazırlanıyor. Metin boyunca Ankara, karakterin geçmişi, travması ve toplumsal bağlamıyla bütünleşen önemli bir motif olarak öne çıkıyor. Sokaklar, semtler ve şehrin kendine özgü dokusu, İbrahim’in çocukluğu ve kimlik arayışı ile doğrudan ilişkilendiriliyor; Ankara, bireysel travmanın mekânsal bir temsiline dönüşüyor.

HAFIZA SAHNEDE

Kadir Köse ile Boran Erkılıç’ın yazdığı metin, iki farklı cinayeti iki ayrı tarihsel bağlama yerleştirerek çok yönlü bir dramaturji oluşturuyor. 17 Mayıs 2000’in toplumsal coşkusu ile 2025’in karanlık olayları arasındaki karşıtlık, bireysel acının çoğu zaman kolektif sevinçler içinde görünmez kaldığını hatırlatıyor. Metin, kronolojik zamanın ötesinde bir anlatı örgüsü sunarak geçmiş ve günümüz olaylarını birbirine bağlıyor ve seyircinin olayları hem bireysel hem de toplumsal bir perspektiften değerlendirmesini sağlıyor. Bu bağlamda Ankara’nın mekânsal varlığı hem karakterin hafızasını hem de toplumsal hafızayı sahnede görünür kılıyor.

Deleuze perspektifinden bakıldığında, oyun hafızayı lineer olmayan bir süreç olarak sahneye taşıyor; geçmiş ve günümüz olayları, karakterin travması ve toplumsal hafıza ile iç içe geçiyor. Ankara’nın mekânsal varlığı, sadece bir dekor unsuru değil, bireysel ve toplumsal hafızanın deneyimlendiği bir alan olarak işlev görüyor. Seyirci, zamanın kronolojik akışı yerine hafızanın ritmik ve mekânsal akışı üzerinden karakterin travmasını deneyimliyor; Deluze’nin “hafıza ve deneyimlerin çoklu hareketi” anlayışı bu şekilde sahneye aktarılıyor.

KİMLİK ARAYIŞI VE HAYATTA KALMA STRATEJİSİ

Hikâyenin bazı bölümleri melodram sınırına yaklaşsa da bu yaklaşım karakterin duygusal yükünü görünür kılmak için bilinçli bir tercih olarak kullanılıyor. İbrahim’in çocukluğuna, sokaklara ve soytarı kostümünü bulduğu ana dair anılar, anlatıyı farklı açılardan zenginleştiriyor. Kostüm, yalnızca sahne aksesuarı değil, karakterin hayatta kalma stratejisinin ve kimlik arayışının bir simgesi aynı zamanda. Ankara sokaklarının dokusu ve karakterin bu mekânlarla kurduğu ilişki, kostümün anlamını güçlendiren unsurlar arasında yer alıyor.

İbrahim’in soytarı kostümünü benimsemesi hem kendini koruma hem de kendi varlığını görünür kılma aracıdır. Kostüm, karakterin hem içsel hem toplumsal dünyasındaki sınırları temsil ediyor. Oyun boyunca ortaya çıkan kimlik sorgulamaları, özellikle dostu Serkan ile kurduğu ilişkiler aracılığıyla görünür hale gelir. Bu sahneler, sokak hayatında kırılgan ama gerçek bir dayanışmanın varlığını işaret ediyor. Yoğun duygusallık taşıyan bu sahneler, melodramın abartısına düşmeden karakterin psikolojik derinliğini ortaya çıkarmaya yarıyor.

Yönetmen Can İbrahim Atlığ, oyunun tek kişilik yapısının gerektirdiği yoğunluğu sade ve etkili bir sahneleme ile destekliyor. Mehmet Güre’nin tasarladığı dekor minimalist bir anlayışla karakterin iç dünyasını ve mekânsal hafızasını ön plana çıkarıyor. Sahne alanı, yalnızca fiziksel bir mekân değil, İbrahim’in hafızasında şekillenen ve Ankara’nın hafızasıyla iç içe geçen bir alan olarak işlev görüyor. Silüetler, Okan Çakmak ve Boran Erkılıç tarafından canlandırılarak İbrahim’in zihinsel dünyasının sahnede görünür hâle gelmesini sağlıyor. Bu figürler ne tamamen gerçek karakterler ne de yalnızca dekoratif unsurlar; hafızanın, bastırılmış anıların ve Ankara’nın mekânsal dokusunun sahneye yansıyan görsel temsili. Grafik tasarım çalışmaları da Okan Çakmak imzası taşıyor ve sahneye ritmik bir görsellik kazandırıyor.

Finaldeki uzun sessizlik, seyirciyi sözlerin ötesinde bir tanıklık alanına davet ediyor. Bu sessizlik, oyunun duygusal tonunu melodrama kaçmadan derinleştiriyor. Müzikler ise Metehan Yavuz tarafından hazırlanmış olup, sessizlikle kurduğu ritmik ilişkiden güç alarak sahnedeki gerilimi destekliyor ve dramatik anlatıyı pekiştiriyor. İbrahim’i canlandıran Mehmet Göre, tek kişilik performansın tüm ağırlığını başarılı bir şekilde taşıyor. Ölçülü jestleri, kontrollü sesi ve sahne hâkimiyeti, karakterin içsel çatışmalarını farklı açılardan görünür kılıyor. Bu performans, seyirciyi karakterle özdeşleştirmeye zorlamadan hikâyeye tanıklık etmeyi sağlıyor. Duygusal patlamalardan kaçınılması, melodramın dengeli bir şekilde sürdürülmesine olanak tanıyor.

Soytarı, tek kişilik sahne performansında bireysel travmayı toplumsal hafıza, mekânsal hafıza ve kimlik arayışıyla buluşturan zengin anlatılı ve derinlikli bir oyun. Metindeki zaman geçişleri, rejinin sadeliği, oyunculuğun yoğunluğu, sahne tasarımının bütünlüğü ve Ankara motifinin etkin kullanımı birleşerek güçlü bir sahne deneyimi yaratıyor. Hikâye melodramın eşiğine yaklaşsa da bu yaklaşım karakterin yaşamındaki ağır yükü görünür kılıyor ve oyunu güncel Türk tiyatrosunda travma, hafıza, kimlik ve mekân temalarını işleyen bir örnek hâline getiriyor.

Soytarı, 16 Aralık’ta Ankara Bambu sahnede izlenebilir.

“Soytarı”

Yazan: Kadir Köse, Boran Erkılıç

Yöneten: Can İbrahim Atlığ

Ayrıca Bakınız

Oynayan: Mehmet Göre

Silüetler: Okan Çakmak – Boran Erkılıç

Hikaye: Can İbrahim Atlığ

Yönetmen Yardımcısı: Kadir Köse

Dekor Tasarım: Mehmet Göre

Grafik Tasarım: Okan Çakmak

Müzik: Metehan Yavuz


Tüm Hakları Saklıdır 2024 - Tasarım: Merhaba Grafik