Şuan Okunan
Sporun Alternatif Tarihi: Spor kültüründeki çürüme sınıfsaldır!

Sporun Alternatif Tarihi: Spor kültüründeki çürüme sınıfsaldır!

“Olimpiyatların tarihsel önemi olsa da kültürel bir yıkım mevcut” diyen Dr. İsmail Sarp Aykurt, “Sporun Alternatif Tarihi” ile sosyalist spor deneyimine mercek tutuyor. Spordaki çürümeyi sınıfsal ve siyasi bir perspektifle ele almak gerektiğini vurgulayan Aykurt, “Yoksa bataklıkta sinek kovalamaya devam edersiniz” diyor.

 

AYŞEGÜL ALGAN

 

“Sporun Alternatif Tarihi: Rutin, Ritüel, Reddiye” kitabıyla unutturulmak istenen bir tarihe ışık tutan Dr. İsmail Sarp Aykurt, endüstriyel spor düzeninden farklı bir arayışın izini sürüyor. Kitap, kapitalist spor düzeni yerine toplumcu saiklerle yapılan, halkın her kesimine bedelsiz olarak ulaştırılan, dayanışmacı eksende üretilen bir spor anlaşına vurgu yapıyor. Aykurt, bu kitapla sosyalist spor yazınına katkıda bulunuyor, işçi sınıfıyla spor arasındaki tarihsel ilişkiye referans vererek reel sosyalizm döneminde yapılanlara dikkat çekiyor ve “Bu kitap memnuniyetsizliklerle çevrelenmiş bir spor düzeninde alternatifsiz olmadığımızı göstermek için yazıldı” diyor.

Kitap, yıllarca süren okumalara, araştırmalara dayanan, farklı dönemlerde kaleme alınmış yazıların ve bunlara eşlik eden anlatıların toplamından oluşuyor. Gazeteci-Yazar Dr. İsmail Sarp Aykurt ile yaklaşan olimpiyatları, bir ritüel olarak sporu, spor tarihini ve spor kültürünü konuştuk.

 

“Rutin” ve “ritüel” kavramlarına vurgu yapıyorsunuz ve “reddiyeye” varıyorsunuz. Bu üç kavramı kısaca açabilir misiniz?

Şöyle ifade edeyim, bu sözcükler bir ses oyunu olsun diye seçilmedi. Burada gösterilen başka şeyler var. Bu çalışma, sporun rutin ve ritüelleşmiş yani adeta değiştirilemeyecek şekilde bir ayine döndürülmüş şeklinin, hiç de öyle olmadığını vurgulamak, tabuları reddetmek için yazıldığı için ve aynı zamanda sporun tarihselliğine vurguyu artırmak için kullanıldı.

Sporun rutin yapılan işleri ve gösteri toplumuna bağlanıp ritüelleşen hallerinin reddiyesini yani ondan kopuşu simgeliyor bu kelimeler. Spordan bahsederken, sistemin çürüttüğü her şey var burada. Ticari ilişkiler, sponsorlar, yolsuzluklar, spor gazeteciliğindeki niteliksiz hâl vb. Reddiye kelimesinin anlamı tam da buraya göre. Yani kitap, çürük olanın kendi çürük yönlerini gizlemek için yaptıklarını deşifre etmeyi amaçlıyor.

2024 Paris Olimpiyatları 26 Temmuz’da başlıyor. İlk olarak olimpiyat oyunlarının bugününü konuşalım. Nasıl bir kavramsal çerçevede gidiliyor olimpiyatlara?

Dediğiniz gibi, olimpiyatlara az bir zaman kaldı. Ülkelerin olimpiyat vizesi alması için yarıştığı bir dönemdeyiz. Sporcular için olimpiyatlara katılmak gerçekten kürsüye çıkamasalar dahi çok önemli bir prestij sağlıyor. Örneğin kadın voleybol takımımızın Milletler Ligi’nde olimpiyat vizesi alması ve Paris’e gitmesi gündem olacak bir olay. Katılım, orada  kürsüde yer almak için, tarihe geçme fırsatı olarak sunulan bir şey. Olimpiyatlar, şu an alternatifsiz bir spor fenomeni olarak sivrilmiş durumda. Buna bu dönemde bir alternatif çıkacağını da zannetmem ama olimpiyatların tarihi hiç de bildiğimiz gibi pir-ü pak falan değil. Ayrıca olimpiyatlar ve spor da oldukça siyasi bir olgu. Örnek vereyim, Rusya sporcularının sportif oyunlarda cezalandırılması ya da daha önceden yine Rusya üzerinden bir örnekle ‘doping’ iddiasıyla sporcuların savaş çıkmadan önce Rusya bayrağı altında değil de Olimpiyat bayrağı altında yarışmalara katılması aslında politik olaylar.

Yani aslında sporun birleştirici gücü dediğimiz şey de siyasal bir olgu ve onun güncel açılımlarına bağımlı. O nedenle spor da siyasetin kendisi. Bunu reddetsek ne olur, görmezden gelsek ne değişir?

Birkaç örnek daha vereyim.1936 Olimpiyatları’nın Nazi Almanyası’nda düzenlenmesi ve olimpiyatların Nazi kara propagandasının düzlemi halini alması da politik bir olaydı. Buna yine siyasi çekişme ve kutuplaşmalar nedeniyle 1980 Moskova Olimpiyatları ile 1984 Los Angeles Olimpiyatları’nın NATO ve Varşova Paktı üyesi devletler tarafından çeşitli gerekçelerle, karşılıklı protesto edilmesi olayları da dahildir. Hatırlayalım, 1972 Münih Yaz Olimpiyatları da sportif müsabakalar kadar İsrail Olimpiyat takımının on bir üyesinin rehin alınması ve rehineler, militanlar ve polis dahil 17 kişinin ölümüyle konuşulan bir olimpiyat olmuştu.

Ya da 1968’de Meksika’da ‘sıkılmış yumruklar’a ne demeli? Başka örnekler de var. Bugün olimpiyatlar bu çekişmeler yokmuş gibi davranılsa da aslında hep var ve olacak. Bugün dünya, Birinci Dünya Savaşı’nın öncesindeki politik iklimi fazlasıyla andırıyor. 

Öte yandan sportif açıdan, tam 100 yıl sonra yeniden Paris’te yapılacak bu olimpiyatlar “Paylaşmak için yapıldı” sloganıyla düzenlenecek. Olimpiyatlar da spor endüstrisinin gelmiş olduğu noktayı bize gösteriyor. Oyunlar için 8,5 milyar avroya yakın bir harcamanın yapılması bekleniyor. Pek tabii, nasıl 2020’de Tokyo’da ya da Katar’daki Dünya Futbol Şampiyonası’nda olduysa bu olimpiyat için de kamuya ait paraların çarçur edilmesine dönük protesto eylemleri olabilir diye düşünüyorum. En azından bu konuyu bu şekilde ele alanların varlığından haberdarız. Dünya kapitalizmi küresel olarak bir tıkanıklığın içerisinden geçiyor olsa da bunu örseleyecek ya da buna bariyer olacak bir karşıt özne olgunlaşmış değil. Bu nedenle böyle bir düzlemde yeni bir olimpiyat izleyeceğiz. 

Uluslararası Olimpiyat Komitesi başkanlığı yapmış ve zamanında bir falanjist yani Franco’cu olan Samaranch, Franko İspanyası’nda spor bakanıydı. Bunlar olimpiyat fikrinin amatörlüğüne ve kültürel dokusuna zarar veren örneklerdendi. Bence, olimpiyatlar bir sportif ve kültürel girişim de olsa kimi açılardan başarısız da olmuştur. Katışıksız güzellemeler yaparken buna da dikkat çekmek gerekiyor. 

Antik Yunan’daki ilk olimpiyatlar ne ifade ediyordu? Sporun tarihinde “olimpiyat kültürü”nün yeri ve anlamı nedir?

Dönemin farklı koşulları ve nesnelliği içerisinde ele almak lazım bunları. Ancak şimdi size bilinenin aksi yönde şeyler söyleyeceğim. Önce bilinenden başlayalım, Olimpiyat fikrinin özünde şu var. Mesela bayraktaki halkalar beş kıtayı, renkler ise tüm ülkeleri temsil ediyor. Olimpizm dediğimiz fikir ise Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne göre, kültürle eğitimin kaynaşması, genel ahlaklılık, hayat felsefesi vb. gibi konuları önemsiyor. Buna ilave olarak olimpizm, barış ve sosyal adaleti öne çıkarırken, eşitlik, hoşgörü ve uyum gibi dayanışmacı değerlere referans veriyor. Ancak uygulamada her şey bu kadar kolay mı? Değil.

Antik olimpiyatlarda barış fikri ele alınır ancak bilinenin aksine Antik Yunan’da olimpiyat oyunları, savaşlarda birbirlerine bir türlü üstünlük sağlayamayan  sitelerin rekabetlerini sürdürdüğü bir arena biçimini almıştır. Burada yarışan sporcular ise sporcu değil, asıl olarak savaşlarda da görev alan askerler, yani savaşçılardır. Yani resmi anlatıyla yaşananlar arasında fark vardı, demek istiyorum. Bunu ‘her şeye bir kulp takmak’ açısından söylemiyorum.

Ama Antik Yunan’da da başka politik unsurlar belirleyiciydi. Orası Yunan siteleri arasındaki bir rekabet halini andırırdı. Bilirsiniz, kazananlara zeytin dalı tacı verildiği iddiası için hep bir tatlı manzara resmedilir dimağlarımızda. Öyle miydi peki? Şampiyon olan sporcular üç bin litre zeytinyağına varan ödüller alıyorlardı aslında. O dönemin koşullarında ve bahsi geçen coğrafyada ekmek, zeytinyağı ve şarap en önemli üç besin kaynağı olarak öne çıkıyordu. Düşünsenize, zeytinyağı, ekmekten sonra ikinci önemli besin kaynağıydı. Hesap size kalmış.

Bu anlamda kültürü tartışırken daha iyi bir incelemeyle ve diğer referansları da ele almanın öneminin korunduğu kanaatindeyim. Modern olimpiyatları da ve orada yaratılan yeni kültür alanlarını da bu bakış açısıyla ele almak faydalı olur diye düşünüyorum. Mesela, Modern olimpiyat oyunlarının kurucusu Pierre de Coubertin bir aristokrattı ve Coubertin, bu oyunlarla öncelikle Prusya ve Fransa’nın arasını yapmak istediyse de başarısız oldu, sonra ilk emperyalist paylaşım savaşında da yine karşı karşıya gelindi. Uluslararası Olimpiyat Komitesi başkanlığı yapmış ve zamanında bir falanjist yani Franco’cu olan Samaranch, Franko İspanyası’nda spor bakanıydı. Bunlar olimpiyat fikrinin amatörlüğüne ve kültürel dokusuna zarar veren örneklerdendi. Bence, olimpiyatlar bir sportif ve kültürel girişim de olsa kimi açılardan başarısız da olmuştur. Katışıksız güzellemeler yaparken buna da dikkat çekmek gerekiyor. 


Sporun tarihinden söz açmışken Antik Yunan’ın ilk dönemindeki devasa amfi tiyatroların, kültürel etkinliklerin yerini nasıl oldu da arenalar, kolezyumlar aldı, gladyatör dövüşleri belirleyici spor dalı haline geldi?

Bunun için sınıfsal kökenlere inmek gerekiyor. Kölelik toplumunun ortaya çıkışıyla birlikte insanlık kabile oyunlarına, kölelerin gladyatör olarak kolezyumda boy göstermesine alıştırılmış, arenalardaki rekabet, egemenlerin eğlencesi olarak toplumsal belleklerde yer etmiştir. Bunun sistemi koruma, halkı, sistemin halel görmemesi için bir arada tutma gibi rolleri de var. Egemenler bunun farkına vardıkları için zaten başka ideolojik ve kültürel araçlar ortaya sürüyorlar. Yani aslında bu ‘spor’ olarak değerlendirdiğimiz şeyler de bir ‘iktidar’ aparatı durumunda. Tabii, zamanında dini ritüellere de konu olan bu dövüşler, sonrasında yönetici erkin elinde her niyete yenen bir havuca da dönüşüyor. Belirleyicilik de siyasi iktidarla ilişkili.

Örneğin, Roma’daki sınıfsal yapıyla açıklanırsa, Roma’nın Cumhuriyet yıllarında yönetimin en kritik halkası olan Senato’da yer alan bir soylu ya da egemen sınıf, patrici (patrisyen) sınıf mensubu bir kişinin sportif oyunlara bakış açısıyla, Roma’da söz sahipliği pek olmayan bir plebin spora bakış açısında farklılıklar olacaktır. Spor da sınıfsaldır ve egemen erk belirleyicidir. 


Olimpiyat Kültürü bugün neye evrilmiş durumda? Geçen yüzyılın başından bu yana modern olimpiyatlar nasıl bir dönüşüm yaşadı?

Bahsettiğim gibi, olimpiyatlar artık bir kültürel auradan ziyade endüstriyel bir tasarım olarak öne çıkıyor. Sistemin ihtiyaçlarını karşılayan bir müessese olarak iş görüyor. Sponsorlara endeksli bir fabrika tadında spor organizasyonları yapıyoruz. Yine de sporcular için olimpiyatlar prestij açısından önemini koruyor. Ancak kültürel açıdan neyi temsil ettiği sorusuna gelirsek orada emek ve dayanışmanın yüzdesinin çok azaldığı kanaatindeyim.

Sporda şiddetin ve emek sömürüsünün, göçmen sporcu devşirmesinin ya da üst düzey spor kurumlarındaki yolsuzluk iddialarının arttığı bir düzlemde kültürden çok kültürsüzlükten ya da aşınmaya uğramış değerlerden bahsedebiliriz sanırım. Ancak uyarayım, bu dediğim yine de sporcuların performanslarını anlamsız ve değersiz kılan bir bağlamda ele alınmamalı. Aynı zamanda olimpiyatlar kimi ülkeler için çok kritik bir sportswashing aracı. Yani sporda aklanma, aklama olayı bu. Katar, Suudi Arabistan gibi ülkeler hemen aklımıza gelse de bu diğerleri için de geçerli. 


Sporun toplumcu özelliklerine özel bir vurgu yapıyorsunuz, sosyalist kültürün bir parçası olarak spor ve genel anlamda olimpiyatlar ne ifade ediyor?

Bu tartışılan bir konu aslında. Reel sosyalizm döneminde ilk etapta zaten burjuva anlamda diyebileceğimiz bu modern olimpiyatlara gereksinim yoktu ki. Spartakiad adı altında muazzam kalabalıklara hitap eden amatör ve kolektif spor oyunları ve işçi olimpiyatları vardı. Birçok kuruluş kendi spor organizasyonunu yani emek eksenli örgütlülükleri planlıyor ve uyguluyordu. Modern olimpiyatlar sonra geldi. Bunun siyasi gerekçeleri de var. Toplumcu vurgu, öncelikle eşitlikçi bir anlayışa işaret ediyor.

Sosyalist kültürde yarışma dediğimiz şey rekabetçi bir eksende ele alınmıyor, dayanışma ön planda ve bu, toplumun gerçekten de tamamını içine alan, kentten köye erişebilen, herkesin spor yapmakta özgür olduğu, kamusal ve anayasal bir hak. Bu bağlamda şimdiki olimpiyatların buna tezatlık üreteceği aşikâr. Sosyalist ülkelerin kendi üretimleri olan işçi olimpiyatları ve diğer organizasyonlara katılımını bırakması ve modern olimpiyatlara dahil olmasının yine siyasi gerekçeleri var. Ama bu açıktır ki, dahil olduğunuz şeye benzeme riskini de yanında taşır. Ciddi bir tartışma konusu bu. Çok çevresini genişletmeden sorunuz için diyebilirim ki, spor organizasyonları sosyalist kültürün ayrılmaz bir parçası. Örneğin bu gözle,1955 Spartakiad’ına, Çekoslovakya’ya ya da Kızıl Spor Enternasyonali’nin (Sportintern) faaliyetlerine bakmanızı isterim. 

 

Sosyalizmde kolektif, dayanışmacı, sonuçtan çok birlikteliğe ve paylaşıma önem veren, tüm topluma eşit şekilde sporu dağıtan, kırsaldan metropole hem ekonomik farkları eriten hem de spora erişimi kolaylaştıran bir anlayış egemen. Bu tür toplumlarda bilimsellik esas, sporcu seçilirken bu kıstaslar kullanılıyor. Başarı ölçütü de kupa ya da madalya değil. Bu haliyle dayanışmacı, yeni bir spor kültürü yaratır.

Spor kültürü bir bakıma içinde doğduğu toplumun aynası olarak görülebilir. Rekabete dayalı kapitalist kültürün yarattığı endüstriyel spor ile sosyalist kültür içindeki spor arasında kültürel olarak nasıl farklar var? Yarışmaya dayalı bir faaliyet olan spor karşılaşmaları, dayanışmaya dayalı sosyalist kültürde nasıl var ediyor kendini?

Evet, kesinlikle öyle. Hep söyler dururum. Kurthan Fişek hocamızın sporu toplumun aynası olarak ifadesi oldukça sarih. Bu anlamda spordaki çürümeyi de sınıfsal ve siyasi bir perspektifle ele almanız gerekir. Yoksa bataklıkta sinek kovalamaya devam edersiniz. Dediğiniz çok farklı iki sistem. Birisi bireysel fayda için yani patronların kârı için örgütlenirken, diğeri yani sosyalizm toplumsal fayda yani zenginliği yaratan kalabalık, işçi sınıfı için örgütleniyor. Bu ikisinin yaratacağı sosyal düzenin spor açısından da berrak farklılıkları var. Bir kere sosyalizmde kolektif, dayanışmacı, sonuçtan çok birlikteliğe ve paylaşıma önem veren, tüm topluma eşit şekilde sporu dağıtan, kırsaldan metropole hem ekonomik farkları eriten hem de spora erişimi kolaylaştıran bir anlayış egemen. Bu tür toplumlarda bilimsellik esas, sporcu seçilirken bu kıstaslar kullanılıyor. Başarı ölçütü de kupa ya da madalya değil. Bu haliyle dayanışmacı, yeni bir spor kültürü yaratır.

Ayrıca Bakınız

Şimdiki spor anlayışı ise malumunuz. Ticari göstergeler hakim. Bu, kimine göre sporun emperyalist çağının bir uzvu, kiminin adlandırmasına göre finansal spor ve hakim branş futbolun işgali söz konusu. UEFA, FIFA, IOC, NBA vb. gibi kurumlara bakarsak anlatmama gerek kalmaz. Kapitalizmde rekabet endüstrisi var ve bu çark spor baronlarına çalışıyor. Bahisi de bu şekilde, dopingi de… Sosyalizmdeki rekabet ise sadece bir dayanışma faaliyeti olabilir ancak. Ha, birbirimize takılırız ama şiddetimiz dayanışmada olur, kavga etmede değil.


Olimpiyat Oyunları kültürel olarak bugün nasıl bir etki yaratıyor? Olimpiyat hem spor kültürü, hem popüler kültür bakımından bugün ne ifade ediyor?

Bana bu oyunlar eski tadını vermekten uzaklaşmış gibi geliyor. Daha çok sporun ideolojik yönünün ağırlığını da taşıyan, kültürel bir spor endüstrisi halini almış gibi. Şimdi hemen ‘ne ideolojisi yahu?’ denebilir. Açıkçası bence spor, Althusser’in DİA’sında vurguladığı gibi devletin ideolojik aygıtlarından biri gibi artık. Baksanıza, hangi çeşit bir organizasyonla koca bir yazı ekrana bağlarsınız ya da bu kadar büyük kitleleri bir araya getirebilirsiniz? Önce Milletler Ligi, Euro 2024, Paris Olimpiyatları… Bu popüler kültürün etkileri. Çoğu insan bunları izliyor ama hayatında spor yapmamış ve yapma olanağı da yok. Ya da yapacak olanlara oksijensiz spor salonları salık veriliyor. Aylık, yıllık fiyatlandırmayla… Bize kültürel olarak vaad edilenler bunlar işte.

Bir spor politikamızın olduğunu söyleyebilir miyiz? Eğer bir planlamanız varsa yapay zeka ya da dijitalleşme bunun yardımcı bileşenleri olarak anlam kazanır.Sporcu istatistikleri, vücut morfolojisi, mekaniği, performans analizi vb. şeyler yapay zekayla birleştirilebilir. Tabii, futbolumuzu VAR teknolojisiyle birleştirsek de yapamadığımız gibi bunda da sınıfta kalma ihtimalimiz hep var. Anlayış değişmeden makine değişse ne olur?

Gelecekte Olimpiyat oyunlarının nasıl evrileceğini düşünüyorsunuz? Hangi yenilikler veya değişiklikler bekleniyor?

Yani bu haliyle evrileceği yer şimdiki halinden farksız olur gibi. Bunu önümüzdeki siyasi süreçler de belirler. Sportif açıdan Paris’te olacağı gibi yeni branşlar olimpiyatlara dahil edilebilir. Mesela bu yaz artık break dans branşını da izleyebileceğiz. 2028’de de Los Angeles’ta buluşulacak yeniden. Bu ülkeler için de önemli ekonomik kaynaklar bu organizasyonlar. Sadece harcama değil yani. Şimdiden söyleyelim, Olimpiyat Komitesi, Hindistan’ın Mumbai kentindeki 141. oturumunda beyzbol/softbol, kriket, bayrak futbolu, lakros ve squash branşlarının, Los Angeles 2028 Olimpiyat Oyunları’na dahil edilmesini kararlaştırdı. 2020’deki Covid-19 gündemi hatırlarsınız Tokyo’daki faaliyetlere darbe vurmuştu. Paris ve Los Angeles bu süreci yeniden rayına oturtma konusunda da rol üstlenecek. Ama dediğim gibi, siyasal ve sosyal süreçler belirleyici olmayı sürdürecektir. Başka bir müneccimlik denemesi kanımca yersiz olur. 


Yapay zeka ve dijitalleşme her alanı sardı. “E-spor”lar ve dijital kültür olimpiyat ruhunu ve spor kültürünü nasıl etkileyecek sizce?

Bunlar reddedilemeyecek teknolojik gelişmeler arasında. Bu açıdan sporcuların beslenmesinden fiziksel aktivitelerine kadar birçok şeyi etkileyebilecek cinsten yeni gelişmeler de bunu izleyebilir. Ancak biz bunları merkeze almak yerine sporda ne yapabiliriz, nasıl daha çok sporcu yetiştiririz ya da kültürel olarak neler yapmalı gibi bir planlamayı denemezsek bence başarı elde etme şansımız az. Spordaki temel eksiklik bir planlamadan yoksun olmak. Bir spor politikamızın olduğunu söyleyebilir miyiz? Eğer bir planlamanız varsa yapay zeka ya da dijitalleşme bunun yardımcı bileşenleri olarak anlam kazanır. Yoksa hocalarımız yapay zeka hakkında spor konferansları yapıyor ve yapay zekanın getirebileceği çözümleri irdeliyor. Ama yine de bu spor endüstrisine sıkışmış durumda görünüyor. Sporcu istatistikleri, vücut morfolojisi, mekaniği, performans analizi vb. şeyler yapay zekayla birleştirilebilir. Tabii, futbolumuzu VAR teknolojisiyle birleştirsek de yapamadığımız gibi bunda da sınıfta kalma ihtimalimiz hep var. Anlayış değişmeden makine değişse ne olur?

E-spor da eskisinden daha ileride gibi. Ben kişisel olarak daha az tercih eder durumdayım ancak birçok insanın ilgisini çekiyor artık. Yine yapay zeka, burada da misyon edinebilir ve strateji ya da performans açısından e-spor kullanıcılarına fikir verebilir. Ancak ben yine de bu konuda biraz muhafazakâr kalabilirim sanırım. Kültürel açıdan bence spor, beşeri ve toplumsal açıdan ilerlemeyi hedef haline getirmeli. Toplumdaki spora erişimi ve sporun kamusallığını ilerletmeyeceksek hangi kültürden bahsettiğimiz bence donuklaşır, muğlak hâle gelir.

 

Olimpiyatların tarihsel ve kültürel önemine; bugün ne yapılması gerektiğine dair düşüncelerinizi paylaşır mısınız?

Olimpiyatları takip etmekle olimpiyatların özünü eleştirmek aynı anda yapılabilir. Ben, ‘başka bir spor var’ derken var olan şeylere dokunmamaktan bahsetmiyorum. Tam aksine yenisini inşa etmeyi kastediyorum. Bence bu oyunların eski cazibesi kalmadı. Daha çok halkın, kendi kültürleriyle, amatör ve sadece dayanışmayı önceleyen organizasyonlar yapması her zaman benim için daha çekici. Unutmayalım, olimpiyatların ticari ve propagandif rolleri var; bunlar sportif yönden çok daha önemli hale geldi. Bu yüzden ilk olimpiyat oyunlarıyla son oyunlar arasında fark var ve bu oyunlar elbette ki homojen değil. Tarihsel önemi olsa da kültürel bir yıkım mevcut.

Bence biz bu kez televizyon karşısına kurulup, sosyal medyada yorumlamayı nihayetine erdirebilmeliyiz. Çünkü gerçekten de değiştirmemiz gereken şeyler var. Ülkemizde son dönemde yaşadıklarımız spordaki erozyon ve yozlaşmayı daha kaç kez bize kanıtlayabilir? Teşhisi yapıp, öylece kalakalmak bizi başa döndürüyor. Kitaptakiler de bu değişimin fitilini ateşlemek için sadece bir buzkıran işlevi görüyor, diyebilirim.

 

Son olarak “Sporun Alternatif Tarihi” kitabınızla ilgili ne eklemek istersiniz?

Ben bu kitapta yazdıklarımla sosyalist spor yazınına, işçi sınıfıyla spor arasındaki tarihsel ilişkiye referans verip katkıda bulunmak ve reel sosyalizm döneminde yapılanlara işaret etmek istedim. Çünkü spor tarihinin çok önemli ve alternatif bir konjonktürü bu ve gerçekten de kitap, memnuniyetsizliklerle çevrelenmiş bir spor düzeninde alternatifsiz olmadığımızı göstermek için yazıldı.

Çalışmanın içerisinde bu alternatif olarak vurguladığım dönemden kesitler var. İşçi sınıfı ile sportif olayların birlikteliği esas alınarak yaratılan örnekler ve seçkiler yer alıyor. Bunların tamamının yazıldığını söyleyecek değilim. Eksikler bana ait ve bu yeni bir çalışmanın ya da yapılacak çalışmaların işaret fişeği olsun diye ele alındı. Kolay değil, ancak kolay yolu seçme gibi bir eğilimim hiç olmadı. Aslında çok net ve cesaretle ifade edeyim: Ben herkesin katılıp, alkış tutacağı, kapış kapış satın alacağı ve herkesin onay vereceği bir kitap yazmadım. Böyle bir amacım hiç olmadı. Eğer biz sporu gerçekten bir polemik ortamına sokacaksak, eleştirel bir spor fikri, kültürü ve aurası olgunlaştıracaksak ve kitapta yazılanlar burada bir tarafı temsil edecekse, buna sevinirim işte.


Tüm Hakları Saklıdır 2024 - Tasarım: Merhaba Grafik