Şuan Okunan
“Tanrının toprakları”nda yaşayan bir halk: Gürcüler

“Tanrının toprakları”nda yaşayan bir halk: Gürcüler

Eski ve ironik bir efsanedir; Tanrı halklara toprak dağıtıyorken bir halk yeme içme derdindeymiş. Gecikmeli varmışlar Tanrı’nın huzuruna… Ve Tanrı onlara “Boş yer kalmadı” deyince de, hiç dert etmemişler. “Sizin sağlığınıza içiyorduk, hadi gelin birlikte içelim” deyip Tanrı’yı da dahil etmişler ziyafete… Ve bu keyifli ziyafetinde sonunda Tanrı, kendine ayırdığı toprakları bu halka vermiş… Evet, Gürcüler hala “Tanrı’nın toprakları”nda yaşıyorlar. Tanrısal güzellikteki bir coğrafyada…

Bu eski efsaneden bu yana sınırları defalarca değişti. “Tanrısal ülke”nin sınırları nerede başlar, nerede biter tartışılır. Ama Gürcülerin yaşadığı toprakların güzelliği tartışılmaz. Ormanlarla kaplı vadiler, nehirler, yüksek dağlar… Tertemiz sular, tertemiz bir gökyüzü… Sanayileşme kentlerdeki güzelliği alıp götürse de doğa hala çok güzel, çok alımlı…

Bizans ile Persler arasındaki çekişmelere sahne olan Gürcistan toprakları, 7. yüzyılda Arap işgaline de uğramış. 11. yüzyılda ise bağımsızlık için savaşarak, Kraliçe Tamar yönetiminde geniş bir devlet kurup altın çağlarını yaşamışlar. Moğolların yıktığı bu devletin ardından yine çekişmeler, çatışmalar başlamış. 15. yüzyıldan sonra da Osmanlı hakimiyeti gelmiş. Sovyetler’in dağımasının ardından yeniden bağımsız olmuşlar.

Gürcüler, Gürcistan dışında Rusya, Avrupa Birliği ülkeleri, ABD, İran ve Türkiye’de yoğun olarak yaşıyor. Türkiye’de anadili Gürcüce olan sayısı 100 bin civarında olsa da, Gürcü kökenli olanların sayısı oldukça fazla. Türkiye’nin farklı bölgelerindeki Gürcülerin çoğu 93 Harbi’nden sonra göç etmişler. Sonraki yıllarda da bu göç azar azar devam etmiş. 1921’de Gürcistan Sovyetler Birliği sınırlarına katılınca da göç yaşanmış. Türkiye’de en kalabalık Gürcü nüfusu Artivin’de… Ardından Rize, Samsun, Ordu, Giresun gibi Karadeniz kentleri geiyor. Düzce ve Adapazarı da Gürcülerin yoğun olduğu kentlerden.

Hıristiyanlığı ilk kabul eden halklardan biri Gürcüler. Bugün çoğunluğu Ortodoks; ama Müslüman Gürcülerin sayısı da epey fazla. Müslüman Gürcüler kendilerine “bizden olan” anlamına gelen Çveneburi diyorlar. Bu kavram hem Müslüman Gürcülerin kendilerini Hıristiyan Gürcülerden ayırmak, hem de Türklerden ayırmak için kullanıyorlar. Çveneburiler, Hıristan Gürcülere ise Kartveli adını veriyor. Bazı tarihçiler ise Çveneburilerin Gürcü olmadığını, “Acar” olduklarını iddia etse de, bu pek kabul edilen bir görüş değil.

Gürcüce, komşu halkların dillerinden oldukça farklı. Ne Osetlerin, ne Abhazların, ne Çerkeslerin dillerine benzemeyen özgün bir dil. Yaşayan en eski dillerden biri. Üstelik 5. yüzyıldan bu yana kendi alfabelerini kullanıyorlar. Bu sayede Gürcüler, en eski metinlerini bile kolaylıkla okuyorlar. 28 sessiz, 5 sesli harften oluşan Gürcü alfabesinde büyük harf yok. Gürcü alfabesinin köklerinin Arami ve Yunan alfabelerine uzandığı, onlardan izler taşıdığı söyleniyor. Hem alfabe deyip geçmeyin, bugün yeryüzünde kendi alfabesini kullanan sadece 14 halk var.

Gürcüler geleneksel olarak edebiyat, sanata düşkün bir halk. Şota Rustavelli, Gürcü edebiyatı için oldukça önemli bir isim. Bir nevi Gürcistan’ın Dante’si…. Rustavelli, ünlü destanı “Kaplan Postlu Şövalye”yi Gürcülerin altın yılları Kraliçe Tamar döneminde yazmış. Akıl ile tutku, düşünce ile eylem arasındaki çatışmayı, dönemin destanı içinde başarılı biçimde anlatan “Kaplan Postlu Şövalye”, evrensel bir tragedya. Tüm tragedyalar gibi rönesans fikrinin esin kaynaklarından biri.

Bu destanda kızına tahtını devreden bir Arabistan Kralı vardır. Gürcistan’ın adı bile geçmez. Ama anlatılanlar aslında Gürcistan’a, Gürcü halkına dairdir. Kızına tahtını devreden bir Arabistan Kralı yoktur, ama bir Gürcü Kralı vardır… Destanın yazdığı dönemin efsane Kraliçesi Tamar’ın hikayesi böyle bir hikayedir. Taçlar, asalar, törenler gibi pek çok ayrıntı Gürcü kültüründen izler taşır. Şair Rustavelli, din savaşlarının döneminde yaşamasına rağmen farklı bir çizgiyi ön planda tutar. Özgürlük, adalet, onur ile; vatan sevgisi ve mertlik ile yüklü bir uygarlık…

12. yüzyılda böylesi bir şair ve böyle gelişkin bir destan yaratan Gürcü kültürü, 19 yüzyıla geldiğinde kendi rönesansını yaşıyordu. Avrupa’nın klasik eserlerinin çoğu Gürcü’ye çevrilmiş. Gürcistan toprakları; 112 bin kelimelik Gürcü dili ve köklü edebiyatı ile dönemin kültür ve uygarlık merkezi olmuştu… Sadece Gürcüler için değil, diğer Kafkas halkları için de bir kültürel merkezdi Gürcistan. Gürcü kentleri, en zor zamanlarda bile tiyatronun, operanın, balenin durmadığı, perdelerin hiç kapanmadığı kentler olarak bilinirdi. Hala da öyledir. Gürcü topraklarındaki Rus hakimiyeti ile bir yandan kültürel gelişimi olumlu etkileyen bir unsur olmuş; ama diğer yandan çok daha köklü bir edebiyat olan Gürcü edebiyatı Rus edebiyatının gölgesinde kalmış.

Gürcistan’da çoksesli müziğin tarihi ise çok daha eski. Gürcülerin 3 bin yıldır hiçbir müzik aleti olmadan yaptığı polifonik müzik UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınmış. Gürcülerin geleneksel enstrümanlarından biri Garmon, bir başka deyişle Gürcü Akerdeonu… Çok sesli müzik Gürcü kültürü içinde o kadar içselleştirilmiş ki; tarlada çalışan köylüler, akapella olarak çok sesli şarkılar söylerler.

Gürcü müziğinin Türkiye’deki bilinen temsilcilerin biri olan İberya Özkan, aynı zamanda İstanbul’daki Gürcü Sanat Evi’nin de kurucusu. Bayar Şahin de, son yıllarda öne çıkan bir müzisyen. “Anadolu Gürcüleri tam 74 sene ayrı kaldığı Gürcistan Gürcüleriyle birbirlerinden haberi olmadan aynı şarkıları söylemiş.” diyen Bayar Şahin, iki taraftaki müzik üzerine çalışmalar yapıyor.

“Acara horonu” ya da “Gürcü horonu” olarak bilinen dansın öyküsü oldukça ilginç ve ironik. Gürcüler “Horumi” diyorlar. “Sarıçiçek” de denilen bu dansın bir ucu da Ermeni kültürüne uzanıyor. Eskiden bu dansa Gürcüce Ermeni anlamına gelen “Someh” denirmiş. Bu halk dansına “Atabarı” denilmesi ise 1936’daki bir festivalde Mustafa Kemal’in Artvin ekibiyle bu dansı oynamasından sonra… “Ermeni barı”ndan “Atabarı”na uzanan Horumi’nin hikayesi işte böyle…

Aslında Türkiyeli Gürcüler arasında Gürcü kimliğini öne çıkaran çalışmalar daha eskilere uzanıyor. 1960’lı yıllarda Gürcü edebiyatının önemli yapıtları Türkçeye çevrilir. “Gürcistan” adlı bir kitap yazan Ahmet Özkan Melaşvili 1968’de bu kitap nedeniyle yargılanır. Çveneburi dergisi 1977-79 döneminde önce İsveç’te ardından tek bir sayı İstanbul’da çıkar. Ne yazık ki, kısa süre sonra 1980 yılında Ahmet Özkan Melaşvili Bursa’da silahlı saldırı sonucu öldürülür. Devletin ilk tepkisi pek de olumlu değildir.

Gürcüler de, Türkiye sınırlarındaki onlarca halk gibi her dönem dil ve kültürlerine dönük açık ya da gizli engellemelerle karşılaşırlar. Bugün kısmi bir rahatlama görülse de, Türkiyeli Gürcülerin en önemli talebi “kimlik”, “tanınma” ve elbette Gürcü dilinin, kültürünün yok olma tehlikesine karşı önlem alınması.

Ayrıca Bakınız

Gürcülerden söz ederken, elbette Gürcü mutfağını atlamak olmaz. Tüm Doğu Karadeniz halkları gibi lahana ve mısırın Anadolu Gürcü mutfağında önemli bir yeri var. Geleneksel Gürcü mutfağında ise hem Anadolu’nun, hem İran’ın, hem de Rusya’nın etkilerini görmek mümkün. Bu farklı etkileşimler köklü Gürcü mutfak kültürü ile birleşince ortaya müthiş bir harmoni çıkıyor. Gürcü mutfağının öne çıkan lezzetleri arasında Haçapuri ve Hınkal’ın yanı sıra Karalahana Dolması, Sinori ve ChaCha sayılabilir.

Gürcü dansları elbette Horumi ile sınırlı değil elbette. Özellikle ayak figürlerinin öne çıktığı danslar Kafkas halk danslarıyla benzerlik taşısa da özgün bir kimliği var. Gürcü danslarında erkeklerin hareketlilik ve coşkusu, kadınların dinginliği ile dengeleniyor. Gürcü halkının yaşantısı, doğanın coşkusu ve dinginliği aynı anda bu danslarda yeniden hayat buluyor.

Gürcü kültürü, müziği, yemeği, yöresel kıyafetleri ve halk danslarıyla neşeli bir kültür.

Ve bu kültürün içinde şarabın da özel bir yeri var. Gürcistan’da 521 çeşit üzüm yetişiyor ve dünyanın en eski şarap ülkesi. Özellikle yarı tatlı kırmızı şarapları dünyaca ünlüdür.

Gürcüler, “şerefe” ya da “sağlığa” değil, “barışa” içerler. Yüzyıllardır bitmek bilmez savaşlardan arta kalan bir özlem her ziyafette hatırlanır: “Barışa”…

Tüm dünya halklarının özlemi bu…

Barış…


Tüm Hakları Saklıdır 2024 - Tasarım: Merhaba Grafik