Baran: Sınırların ve şefkatin sahne üzerinde yeniden inşası
 
			MUSTAFA KARA
Apartman Sahne’nin üçüncü sezonunda izleyici ile buluşan oyunu “Baran”, kalıpların dışına çıkarak değil, o kalıplarla çatışarak kimliğini ve benliğini arayan bir karakteri anlatıyor. Oyun, tersine bir zaman akışıyla, seyirciyi karakterin çocukluğuna uzanan derin bir keşfe çıkarıyor ve sahnede hem sınırları hem de şefkati yeniden keşfetme yolculuğu vadediyor.
Stand-up da yapan Fırat Aksal, sahnede hayat öyküsünü anlatan “Baran”ı canlandırırken yer yer bu yeteneklerinden de faydalanıyor. Oyunun metni ise, oyunun rejisini de yapan Sıla Erkan’a ait. Sıla Erkan, “genç”, “Kürt”, “mahpus yatmış” ve “jigolo” bir karakteri akla ilk gelen klişelere düşmeden kurgulamış. Kırık Diyarbakır şivesiyle konuşuyor da deniyor tanıtımlarda. İlk bakışta bir “tipleme” sanılma riski olsa da, farklı kişiliğini kısa sürede anlıyor seyirci.
ŞEFKATLİ VE MÜLAYİM BİR JİGOLO
“Baran”, hayatının tüm kaosuna, karmaşasına ve dolaştığı tekinsiz muhitlere rağmen vicdanının sesiyle hareket eden duygusal bir karakter. Yazarı Sıla Erkan’ın ‘dişil’ olarak tanımladığı bu karakter yapısı, oldukça farklı bir derinlik sunuyor. Bu bizi hassas ve duygusal bir karakterin derinliklerine götürüyor. Toplumsal meselelerden çok bireysel hissedişler ve psikolojik derinlik var bu hikâyede. Toplumsal yapıya itirazını da kendi içinde yaşıyor, kendi hassas vicdanıyla ediyor Baran. Erkeklikle çok özdeş bir iş yapmasına karşın, ortada bir erkeklik gösterisi yok. “Müşteri”lerini anlatırken “hanımefendi”, “abla” gibi hitaplar ile onlara duyduğu içten şefkat öne çıkıyor. Yatakta nefesini dinliyor “hanımefendi”lerin; aralarındaki sessiz bağları ve aradığı muhabbeti, dile gelmeyen sözcükler yerine nefes alış verişlerinin ritminde buluyor.
“Baran”ın izleyiciye sunduğu katmanlı karakter ve oyun metnini katmanlı dili, hem zaman hem de mekân bakımından bir anlam arayışına ev sahipliği yapıyor. Mesleğini tanımlarken “Ben Baran. Diyarbakır Dicle Bozovalıyım.-lıydım. Benim mesleğimi öğrenmişsinizdir. Jigolo.. Yani para veya hizmet karşılığı bir kadına eşlik eden kişi. Eşlikçi” dese de anlattıklarından oldukça farklı bir jigolo ile karşı karşıya olduğumuz anlıyoruz. Emlakçılıktan turizm sektörüne, kafede falcılıktan bir eğitim merkezinde kitap pazarlama işine uzanan bir sürü meslek de var hikayesinde. Ama biz onu işlemediği bir cinayet nedeniyle 10 yıl yatıp çıktıktan sonra tanıyoruz. Onun ağzından dinliyoruz kısa ömrünü. Çocuk yaşta aslında işlemediği, ama niyetlendiği bir “suç”un yükünü ömür boyunca taşıyabilecek kadar hassas bir genç. Baran’ın kimlik bunalımı ve içsel çatışmaları, olduğu kişiyle olmak istediği kişi arasındaki uçurumdan kaynaklanıyor.

SINIRLARI KESİN OLARAK ÇİZİLMİŞ BİR VAR OLUŞ
Baran’ın hayat akışı içinde gelip geçen karakterlere dair anlatı, aynı zamanda dış dünyayla çatışmalı ilişkisinin de özeti. Monologlar yoluyla tanık olduğumuz bu hayat örgüsünün sondan başa doğru ilerlemesi, hem beklenen bir başlangıca hem de sürpriz bir noktaya götürüyor. Diyarbakır’ın Dicle ilçesine bağlı Bozova’dan erken yaşta çıkmış, yetimlik ile başlayan hayatı sürekli olarak “öteki olma”nın sınırlarında. Güleç ve şefkatli yüzüyle hemen her meseleye sıcak yaklaşan Baran’ın, bilinçaltında birikmiş korkular, isyanlar ve yalnızlık var. Bu iç çatışma “sınırları kesin olarak çizilmiş” var oluşa götürüyor bizi. Hikâyede aşk da yok pek, en azından görünür değil. Bir Salih var çocukluktan beri arkadaşı, bir çift de muhabbet kuşu…
İzleyici ile etkileşimli bir oyun olmasına ve sık sık seyirci ile diyaloğa girmesine rağmen fiziken yere çizili bir dikdörtgen ile sınırlı Baran’ın hayatı. Sade dekorun en güçlü unsuru bu dikdörtgen. İster cezaevi deyin buna, ister köyünün sınırları, ister dünyasının sınırları. Sınırları aşmanın yolu da, işte o var oluşun başladığı yerde. Zaman akışı olarak da, mekansal olarak da bir çocukluğa dönüş görüyor, o dönemin ağır travmalarını hissediyoruz. Erkekliğe dair bir iş yapmasına karşın neden bir erkeklik hikâyesi anlatmadığını da böylece kavramaya başlıyoruz. Yine de Baran’ı Baran yapan anlatılan “başlangıç” değil sadece, sondan başa doğru izlediğimiz hayat hikayesi, tüm o yaşanmışlıkların ona kattığı can suyu…
Baran, Latincenin “Omnia mea mecum porto” sözünü hatırlatırcasına, ona ait olan şeyleri bir poşete doldurup çıkıyor uzun yolculuğuna. “Bana ait olanlar yanımda taşıyabildiklerimdir.” Baran’ın yanına almak istediği poşete koyup götürebileceği bir mutluluk. Ona ve herkese ait olmasını istediği şey bu. O bize yanına almak istediğini anlatıyor, biz yanında taşıdıklarını dinliyoruz. Kaçmıyordu çünkü Baran, “bir yer”e gidiyordu, evine… Bir de dileği var, mühim: “Kötülük olmasın artık. Yıl kaç olmuş?”
“Baran” yeni sezondaki yolculuğuna Beyoğlu Asmalımescit’teki Hamson Apartmanı’nda başladı, 12 Kasım ve 3 Aralık’ta ise Caddebostan Kültür Merkezi’nde olacak.
“Baran”
Yazar-Yönetmen: Sıla Erkan
Oyuncu: Fırat Aksal
Işık Tasarım: Murat Başcı
Oyun Asistanı ve İletişim Sorumlusu: Gizem Morova
 
		 
					 
					 
					 
					 
					 
					