Gülistan neredeydi, var mıydı, yok muydu?
“Herkes fosforlu fosforlu parlarken, ben neden tebeşirle çizildim bu hayata?”
MUSTAFA KARA
Gülistan köşe başında çiçek satar. Neşeli, güler yüzlü, samimi, eğlenceli bir genç kadın. Tekstilde çalışırmış vaktiyle ama hakkını arayınca, hoop kapının önüne. Kiraz en yakın arkadaşı; tekstilde birlikte çalışmış, birlikte direnmişlerdi, şimdi sokakta da birlikteler. React Tiyatro’nun “Gülistan, Yani Gül Bahçesi” oyununda izlediğimiz işte bu genç kadının kendini arayıp bulma ve bulduklarıyla yüzleşme çabaları.
Gülistan var olduğunu biliyor aslında, insan bilmez mi? Asıl dert görülmemek! “Sen neredeydin?” sorusu bir yüzleşmenin başlangıcı oluyor. Var olup olmadığını sorgulamaya giriştikçe, yok sayılan benliğini aradıkça kendi gerçeğiyle yüzleşme başlıyor. Hayatında var olanların tümü karşısına dikiliyor bu kez. Annesi, kardeşi, arkadaşları, tanıdıkları, patronları… Sadece kendi hayatının değil etrafındakilerin sorumluluğunu da sırtlayan vicdanı, yükünü iyice ağırlaştırıyor: “Kendim benden habersiz bir yerlere gitmiş olamaz dedim! Haber verir en azından… Sonra aklıma düştü bu şak diye, ya dedim kendim benden habersiz, yani kendiliğinden gidip de bir işlere kalkışıyorsa? O zaman bu bi kalkışma sayılır mıydı? İsyan var demekti o zaman! Bu da polisi açıklıyordu. Topla kafanı neredeydin, neredeydin?”
SOKAĞI, KENDİNİ, İNSANI GÖZLÜYOR
Uykusuz geceler başlıyor Gülistan için. Çiçek müşterisi olan profesör, farkında bile olmadan onun ufkunu açan sürecin tetikleyicisi oluyor. Ama asıl değişim kitaplarla başlıyor. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı, Albert Camus’nün Yabancı’sı… Fransa’da ya da Rusya’da bulabilir mi kendini Gülistan? Uykusuz geceler başlıyor sonra; “Ben hep ayaktayım! Beynimin içi içini yiyo ben neredeydim diye… Ben neredeydim, var mıydım, yok muydum, yoksam niye yoktum? Bilmiyom…”
Bilmediğini bilmeyi başlangıç yapıyor, taşları yerinden oynatıyor ve “kafasındaki nakış bir bir çözülüyor” sonra. Kendi kimlik arayışından başladığı yolculuk toplumsal meselelerin orta yerine taşıyor onu, yükünü iyice ağırlaştırıyor. Sokağı, insanı, kendini gözlüyor Gülistan. Kitapların aydınlatamadığını profesöre soruyor. Bir türlü net konuşmayan profesörün açıklayamadığını ise kendine. Bitmek bilmez bir merak içinde her zaman.

GÜLİSTAN’IN KENDİNİ KEŞFİ
Sibel Ulutaş’ın metni ve Evren Duyal’ın rejisi görünür olmayı arayan bir kadını sahneye taşırken, çok katmanlı bir karakter ortaya çıkıyor. Saf ve neşeli hali birden acılı bir bilgeye dönüşüyor; ya da tam cahil etiketi vurulacakken Albert Camus’nün Yabancı’sının özünü anladığı yerden anlatıyor hayatını. Bu değişik yüzler iki farklı kişiye ait değil, bir kişinin iki farklı yüzü de değil, en doğal ve içten haliyle Gülistan’ın bizzat kendisi. Annesinin, kardeşinin, profesörün, Kiraz’ın, sokaktan gelip geçenlerin göremediği Gülistan’ın. Kendini yoktan var etmiyor Gülistan, arayıp buldukları eski köye yeni icat değil, bizzat kendi içinden çekip çıkarıyor her ne buluyorsa. Hayatı algılama biçimi, soru sorma becerisi, gördüklerini ve okuduklarını kavrama yeteneği ile yapıyor bunu. Vicdanının terazisini kullanmayı de ihmal etmiyor her seferinde.
Gülistan, sokağa da, etrafındakilere de, kendine de dışarıdan bakmayı öğrendiği ölçüde anlam arayışı karşılığını buluyor. Seyirci de aynı aynaya bakıyor; sahnede görünen kadar, koltuklarda görünmeyenler de kadraja giriyor.
Geleneksel meddah sanatının hikâye anlatıcılığı yöntemleriyle başlayan oyun, bu noktada gölge oyununu da kullanmaya başlıyor. Işık ve gölge ile kurulan mizahi yapı, komik alan ile trajik olanı birleştiriyor, sahnede yeni ve etkili bir katman kuruyor. Tıpkı bireysel olan keşif ile toplumsal olan eleştiriyi harmanlaması gibi.

SAFLIK VE MASUMİYET
Oyunculuktaki samimiyeti kostüm tasarımındaki doğallık tamamlıyor. Dekorda gazete sayfalarıyla kaplı duvar gerektiğinde gölge oyunu perdesine dönüşüyor, çiçek tezgâhının “saflık ve masumiyet”i simgeleyen beyaz gülleri tabloyu tamamlıyor. Seyirci ile daha ilk andan kurulan etkileşim, seyirci ışıklarının sıklıkla açılmasıyla bir üst aşamaya taşınıyor. Aydınlık anlarda süren karşılıklı sohbet, gölgelerin konuştuğu anlarda akışı başka bir evreye taşıyor.
Gülistan’ın arayışının sadece kendini bulma çabası değil; görünmeyenlerin, duyulmayanların, yok sayılanların hikâyesini anlatmak olduğu açık.
Peki biz neredeyiz?
Görünmeden, görülmeden var olmak mümkün mü?
* “Gülistan, Gül Bahçesi Yani”, 18 Kasım’da Bağımsız Sahne’de, 30 Kasım’da İstanbulİmpro Sahne’de olacak.
“Gülistan, Gül Bahçesi Yani”
Yazan, Oynayan, Dramaturg: Sibel Ulutaş
Yöneten, Dramaturg, Dekor Tasarım: Evren Duyal
Reji Asistanı: Buket Demir, Ozan Paşa Karabulut
Kostüm Tasarım: Ceren İncelen
Dekor Realizasyon: Hakan Sefer
Işık Tasarımı: Can Kılınç
Ses & Efekt Tasarım, Müzik: Barış Tangerli
Afiş Tasarım: Tunahan Pekdemir
Genel Yapım Koordinatörü: Cihan Tangerli
Yapım Asistanı: Mustafa Burak Tunçbilek, Buse Cihan, Aslı Su Sefer
Tür: Trajedi Dram, Komedi
Süre: 70 dakika


