Şuan Okunan
Kara Kadans kurucusu Tuğba Yavuz: “Post-punk bir sığınak görevi görebilir”

Kara Kadans kurucusu Tuğba Yavuz: “Post-punk bir sığınak görevi görebilir”

AYŞEGÜL ALGAN

Post-punk, Türkiye’de gölgede kalmış, yeterince görünürlük bulamamış bir tür. Bu görünürlüğü artırmak ve türün derinliklerini keşfetmek amacıyla Nisan 2024’te kurulan Kara Kadans, “müzikten tarih ve siyasete, modadan sinemaya post-punk dünyasını keşfet” mottosuyla yoluna devam ediyor. Kurucusu Tuğba Yavuz ile yaptığımız röportaj da, post-punk’ın Türkiye’deki karşılığını, potansiyelini, karşılaştığı zorlukları ve sahne dinamiklerini anlamaya yönelik bir keşif niteliği taşıyor.

Kara Kadans, ticari kaygılardan arınmış ve yavaş içerik anlayışıyla müziği derinlemesine inceleyen analitik bir perspektif sunuyor. Platform, post-punk’ın direniş ve duygusal derinlik temalarını Türkiye’deki dinleyicilere taşırken, bu türün tarihsel ve sosyopolitik boyutlarını ele alarak alternatif kültür-sanat medyasındaki önemli bir boşluğu doldurmayı hedefliyor. Henüz bir yılını doldurmamış olmasına rağmen, post-punk’ın zengin anlatısını ve kültürel önemini keşfetmek için heyecan verici bir alan yaratıyor. Bu röportajda, Kara Kadans’ın vizyonuna ve Türkiye’de post-punk kültürüne dair birçok sorunun cevabını bulacaksınız.

Öncelikle post-punk nedir, kısaca anlatabilir misiniz?

Post-punk, 1970’lerin sonunda punk rock’ın daha deneysel ve içe dönük bir dalı olarak Birleşik Krallık’ta ortaya çıkan bir müzik türü. Dönemin punk’ı daha çiğ ve isyankârken post-punk, punk’ın “kendin yap” (DIY) etosunu koruyarak sesi ve temaları genişletti. Örneğin; funk, dub, elektronik müzik ve avangart etkilerin unsurlarını da bir araya getirdi ve atmosferik, dokulu, bazen de minimalist kompozisyonlar yarattı. Şarkı sözleri melankolik bir tondaydı ve genellikle varoluşsal temaları, toplumsal eleştiriyi ve kişisel iç gözlemi ele aldı. Joy Division, Siouxsie and the Banshees, The Cure ve Bauhaus gibi ikonik gruplar bu türün şekillenmesine yardımcı oldu ve günümüz müziğine ilham vermeye devam ediyor. Ben ise post-punk’ı sadece bir müzik türü değil aynı zamanda bir ruh hali, düşünce biçimi ve sanat ve müzikte sınırları zorlamanın bir yolu olarak ele alıyorum.

“Türkiye’de ana akım müzik, tartışmalı konulardan uzak duruyor. Bunun karşısında post-punk; yabancılaşma, eşitsizlik ve sosyoekonomik değişimler gibi konuları ele almak için bir çıkış noktası sunar. Hem müzisyenler hem dinleyiciler için otantik bir protesto ve kendini ifade etme biçimine izin verir. Özellikle genç kuşaklar ve alternatif kimlik arayışındaki kişiler için post-punk, kendini keşfetme ve duygulara odaklanmaya yarayan bir sığınak görevi görebilir.”

Post-punk gibi ana akımın dışında kalan bir tür, günümüz Türkiye’sinde toplumsal ya da bireysel olarak ne tür ihtiyaçlara cevap veriyor?

Post-punk her zaman eleştiriyle beslenen bir tür oldu. Özellikle İngiltere’de Margaret Thatcher’ın iktidarına denk gelen ilk dönemde müzisyenler ve onları dinleyen gençler, özelleştirme politikalarından keskin bir şekilde olumsuz etkilenmişti. Böylece post-punk eleştirel ve genellikle distopik merceğiyle otoriteyi sorgulamak, toplumsal normlara meydan okumak ve hoşnutsuzluğu ifade etmek için bir alan sağladı. Bu anlamda, hızlı toplumsal değişim ve siyasi gerilimlerin yaşandığı günümüz Türkiye’sinde post-punk’ın pek çok toplumsal ve bireysel ihtiyaçla örtüştüğünü düşünüyorum.

Türkiye’de ana akım müzik, tartışmalı konulardan uzak duruyor. Bunun karşısında post-punk; yabancılaşma, eşitsizlik ve sosyoekonomik değişimler gibi konuları ele almak için bir çıkış noktası sunar. Hem müzisyenler hem dinleyiciler için otantik bir protesto ve kendini ifade etme biçimine izin verir. Özellikle genç kuşaklar ve alternatif kimlik arayışındaki kişiler için post-punk, kendini keşfetme ve duygulara odaklanmaya yarayan bir sığınak görevi görebilir. Müziğin melankolik ama güçlendirici tonu; varoluşsal sorularla boğuşan insanlara, ötekileştirilmiş ya da baskın kültürel anlatılardan kopuk hissedenlere bir dayanışma duygusu sunabilir. Nitekim, 2020’deki Covid-19 pandemisinin ardından dünyada olduğu gibi Türkiyeli TikTok ve YouTube kullanıcıları arasında da Molchat Doma gibi brütalist new wave gruplarının ve Russian Doomer gibi Sovyet sonrası ülkelerin duygusal ve sosyopolitik olarak çöküntüdeki ruh halini temsil eden müziklerin viral olması şaşırtıcı değil.

Türkiye’deki post-punk sahnesi ve dinleyici kitlesini nasıl tanımlarsınız? Bu kültür, ana akım ve alternatif medyada neden yeterince temsil edilmiyor?

Türkiye’de post-punk ve ardılı olan darkwave sahnesi; artık evrensel olarak bir numara kabul edilen She Past Away’in kendi ülkesinde de nihayet dinleyici kitlesi kazanması, post-punk’ın kendine özgü melankolik ve deneysel sesini yerel etkilerle harmanlayan yeraltı grupları ve solo sanatçıların sayısının artmasıyla son birkaç yıldır canlanmaya başladı. Sosyal medyadan ve konserlerden gördüğüm kadarıyla dinleyici kitlesini; alternatif kimlikler arayan gençler, post-punk ile büyümüş yetişkinler ve türün estetik ve entelektüel derinliğine ilgi duyan kişilerin bir karışımı oluşturuyor. Ancak post-punk hâlâ ölçek olarak küçük ve niş bir tür olarak tanımlanıyor.

Bildiğimiz gibi, Türkiye’deki ana akım medya, pop ve rap gibi daha geniş ve anlık çekiciliğe sahip ticari türlere öncelik veriyor. Post-punk’ın çoğunlukla uyumsuz doğası, ana akım yayın organlarının tercih ettiği ticari kalıba uymuyor. Müzik endüstrisi de “niş” türleri destekleyecek altyapı ve platformlardan yoksun. Bağımsız sanatçılar, önemli tanıtım bütçeleri veya sektör desteği olmadan görünürlük kazanmakta zorluk yaşıyor.

Alternatif medya da ana akım medyanın yayın politikalarını gitgide daha çok benimsiyor. Yüksek takipçi, görüntüleme ve beğeni sayılarına ulaşmak, böylece internet kazancını garantilemek için biraz önce bahsettiğim anlık çekicilikte içeriklere yöneliyorlar. Webzine dediğimiz internet fanzinleri ve diğer müzik platformları ise, ya birden çok müzik türüne yer veriyor ya da sayılı başka alternatif müziklere odaklanıyor. Post-punk’ı yeterince temsil etmemelerinin en önemli nedeni buysa, ikinci nedeni de bu türün zaten hiç anlaşılmaması, dolayısıyla başkalarınca da anlaşılmayacağının düşünülmesi ve türün erişilemez/yabancı olarak stereotipikleştirilmesidir derdim. Peki, neden anlaşılmıyor? Çünkü Avrupa ve Amerika’nın aksine post-punk’ın Türkiye’de sosyopolitik bir kökü hiç olmadı. Bunu var etmeye çalışanlar ise tam anlamıyla yer altında kaldı, tanınmadı ve belgelenmedi. Türkiye post-punk sahnesinin kültürel anlatısındaki bu boşluk ve tarihsel farkındalık eksikliği, medyanın bu türü bir bağlama yerleştirmesini zorlaştırırken temsili de hem yetersiz hem de sağlıksız kılıyor.

“Kara Kadans ile, Türkiye’de yeterince temsil edilmeyen bu türün keşfedilebileceği, kutlanabileceği ve tartışılabileceği bir alan yaratmayı amaçlıyorum. Henüz ilk yılını doldurmadığı halde şimdiden, Türkiyeli dinleyicileri post-punk’ın zengin tarihi, gelişen sesi ve kültürel önemi ile buluşturacak bir yerel platform eksikliğini doldurmaya başladığıma inanıyorum.”

Kara Kadans’ı kurma motivasyonunuz neydi? Bu platform kültürel ve sanatsal anlamda nasıl bir boşluğu doldurmayı amaçlıyor?

Her şey elbette post-punk müzik ve kültürüne duyduğum derin tutku ve merakla başladı. Sanırım post-Covid etkisiyle, 2022’den beri konserlere daha sık ama çoğunlukla yalnız gitmeye başladım. Konser salonları kalabalıktı ancak yakın çevremde bu müziği dinleyen kimse yoktu. Dolayısıyla, başta çok kişisel gibi görünen ama çalma listelerinin ya da kısa süreli karşılaşmaların ötesinde bir topluluk duygusuna ulaşmak için bir ağ oluşturmaya karar verdim. Nisan 2024’te düzensiz aralıklarla bir bülten yazmaya başladım, Ağustos 2024’ten beri de karakadans.com’da yayına devam ediyorum. Bültende post-punk’ın tarihine, müzikal ve lirik altyapısına odaklandığım ilk sayılar, karakadans.com’daki “Post-Punk Yazıları”nın temelini oluşturdu.

Şimdi Kara Kadans ile, Türkiye’de yeterince temsil edilmeyen bu türün keşfedilebileceği, kutlanabileceği ve tartışılabileceği bir alan yaratmayı amaçlıyorum. Henüz ilk yılını doldurmadığı halde şimdiden, Türkiyeli dinleyicileri post-punk’ın zengin tarihi, gelişen sesi ve kültürel önemi ile buluşturacak bir yerel platform eksikliğini doldurmaya başladığıma inanıyorum. Kara Kadans üzerinden bir kazanç sağlamadığım için, alternatif medyanın biraz önce bahsettiğim kaygılarını da taşımıyorum. Böylece, müzikseverlerin ana akım ve alternatif medyada temsil edilenler dışında kalan projeleri keşfedebileceği, bu arada elbette çok bilinen grupların da zihin dünyası ve sosyokültürel arkaplanını öğrenebileceği, araştırma ve düşünce yazılarıyla post-punk’ın direniş ve duygusal derinlik temalarını yakından tanıyıp belki bu kültürü kendi hayatlarına angaje edebileceği bir platform sunma yolunda ilerliyorum. Bu anlamda Kara Kadans’ın, müziği daha analitik ve sanatsal bir şekilde ele alarak ve yüzeysel değil “yavaş içerik” oluşturmayı önceliklendirerek alternatif kültür-sanat medyasındaki önemli bir boşluğu doldurduğunu düşünüyorum.

Kara Kadans olarak post-punk’ın bilinirliğini artırmak adına neler yapıyorsunuz? Bundan sonra neler yapmayı planlıyorsunuz?

Post-punk’ın ve darkwave, coldwave ve gotik rock gibi alt türlerinin tarihini, ana temalarını ve benzersiz özelliklerini inceleyen “Post-Punk Yazıları” ile, türün sosyolojik ve politik etkilenimlerini arşivliyorum. Böylece, hem müzisyenlerin hem de dinleyicilerin post-punk kültürünün bugün de ne kadar geçerli ve gerekli olduğunu fark etmesini ve bu farkındalıkla türü kucaklamasını amaçlıyorum.

Hem küresel hem de yerel düzeyde daha az bilinen post-punk sanatçılarını öne çıkararak müzisyenlere hak ettikleri tanınırlığı sağlamaya çalışıyorum. Bunu “Yeni Çıkanlar” bölümü ile, aylık “Kara Kadans radar” çalma listeleriyle ve söyleşilerle yapıyorum. Söyleşiler aracılığıyla post-punk’tan ilham alan müzisyenler ve sektördeki isimlerle bir işbirliği de geliştirmiş oluyorum. Onların hikayelerini ve yaratıcı süreçlerini paylaşıp dinleyicileri müziğin arkasındaki yüzlerle buluştururken Kara Kadans’ın geri kalan içerikleriyle de tanışacak yeni insanlara ulaşabiliyorum. 16 Ekim’de Açık Radyo’nun karasal yayın lisansının iptal edilmesi nedeniyle yayın yapamayan Lost Cosmonauts programını Kara Kadans’a konuk edip geçmişte yayınlanan 3 bölümü hem Açık Radyo hem Kara Kadans takipçileriyle paylaşmak, bana en heyecan veren işlerden biri oldu örneğin. Bu işbirliğiyle topluluk ve dayanışma duygusunu inşa ederken post-punk ve alt türlerine ilgi duyan deneyimli yayıncı ve çeşitli kitleleri bir araya getirerek post-punk’ın zengin yönlerini farklı bakış açılarıyla ele almak için şahane bir fırsat yakaladım.

Çok yakında karakadans.com’a farklı ülkelerin post-punk sahnelerini derinlemesine incelediğimiz bir bölüm daha ekleyeceğim. Öncelikle Türkiye’nin sınır komşularını ziyaret edeceğimiz bu seri, Kara Kadans okurlarının seçimiyle, Gürcistan’daki güncel politik atmosfer ve ondan etkilenen post-punk sahnesi ile aktif müzik gruplarının deneyimlerine dair geniş bir yazıyla başlayacak. Bununla eş zamanlı olarak, Türkiyeli post-punk sanatçılarından oluşan bir dizin de başlatarak bu türün bir arşivini ve kültürel hafızasını oluşturacağım. Müzikle somut, yüz yüze bir bağlantı oluşturmak için başta yerel post-punk gruplarının yer aldığı dinleme partilerine veya küçük canlı performanslara ev sahipliği yapmak istiyorum. İlk konser deneyiminin ardından şimdiden yurtdışından iki sanatçının daha Kara Kadans ile iletişime geçmesi, bu hedefe yakın olduğumu hissettiriyor. Sanatçıların, sektördeki isimlerin ve dinleyicilerin post-punk’ın günümüz kültürel ortamındaki rolünü tartışabilecekleri bir buluşma düzenlemek ise, en büyük hayallerimden biri.

Zack Zack Zack konseri, 30 Kasım 2024, Noh Extended (Fotoğraf: Deniz Kıvılcım)

Türkiye’de post-punk konserleri organize etmek nasıl bir deneyim? Dinleyici ilgisi ve sahne imkanları açısından ne durumdasınız?

Ayrıca Bakınız

Bu deneyimi ilk kez, 30 Kasım’daki Zack Zack Zack konseri ile yaşadım. Kara Kadans’ın henüz dördüncü ayı olan Ağustos’ta, Viyana merkezli Türk post-punk ikilisi Zack Zack Zack bana ulaşarak bu yıl içinde ilk Türkiye konserlerini organize edip edemeyeceğimi sordu. Benim için zorlu ama son derece öğretici bu fırsata elbette hayır demedim. Hemen İstanbul’daki çeşitli konser mekanları ve line-up’ta yer almasını istediğimiz diğer sanatçılarla iletişime geçtim. Kimi mekanların Aralık sonuna kadarki takvimleri çoktan dolmuştu ya da öyle söylediler, takvimde boşluğu olanların ise kiraları çok yüksekti ve benim elimde böyle bir sermaye yoktu. Nihayetinde, Ekim’de açılışını yapan ve benzersiz konsepti ve atmosferiyle post-punk kültürünü kucaklayan Noh Extended ile yola çıktık ve gecenin sonunda hem Zack Zack Zack’ın hem de gelip bu özel deneyimde bize eşlik eden herkesin yüzünde tarifsiz bir rahatlama ve mutluluk uyandıran çok keyifli bir konser gerçekleştirmiş olduk. Bu işi olabilecek en doğru şekilde yaptığımıza inanıyorum çünkü konser öncesi ve sonrasında bağlantı ve aidiyet duygusunu hissetmek kaçınılmazdı.

Elbette bu işi uzun yıllardır yapan, İstanbul ve Ankara’daki sayılı mekanlarda post-punk etiketiyle hem uluslararası hem Türkiyeli grupları konuk eden deneyimli kişiler ve organizasyon şirketleri, bu soruya daha doğru cevap verecektir. Ben her şeyden önce bir konser izleyicisi olarak şunları söyleyebilirim. İstanbul’da post-punk müziğe sahnesini açan/açabilecek yerlerin sayısı oldukça sınırlı. Bu mekânlar post-punk konserlerinin samimi havası için ideal olsa da daha ana akım etkinliklerle rekabet nedeniyle kullanılabilirlikleri genellikle az. Hem işletmeciler hem organizasyon şirketleri, kazançlarını riske atmamak için görece daha bilinir isimlerle çalışmaya yatkın. Sadece bu yıl, yurtdışından gelecek birkaç post-punk grubunun konseri, yeterince bilet satılmadığı için iptal edildi örneğin. Türkiye’de post-punk’ın bir yanıyla oldukça sadık bir dinleyici kitlesi var ancak bu kitlenin sınırlı ölçeği, büyük etkinlikler düzenlemeyi zorlaştırıyor.

“Müziğin kulağımıza gelene dek geçtiği tüm evreleri merak etmeli, sanatçılara hak ettiği değeri vermeli, sanatçılarla müzikleri hakkında konuşmalısınız. Müzisyenler de aynı şekilde dinleyicilerle daha fazla iletişim kurmalı, kitlenin ihtiyaç ve beklentilerini anlayarak müziği yeniden bir kolektife dönüştürmeye uğraşmalı.”

Türkiye’de post-punk müzik yapmak ve bu kültürü yaşatmak sizce ne gibi zorluklar içeriyor?

Diğer alternatif müzik türlerinde olduğu gibi post-punk müzisyenleri için de finansal sürdürülebilirlik elde etmek oldukça zor. Dinleyici kitlesinin niş niteliği, küçük ölçeği ve bilet satışlarının her zaman maliyeti karşılamadığından bahsettik. Tüm bunlar sponsorluk bulmayı gerektirirken bunun etik ve politik dengesini kurmak da önemli bence. Post-punk, “kendin yap” etosu gereği mümkün olduğunda bağımsız müzik üretimine dayalı. İlla buradan yola çıkmasalar bile bağımsız sanatçılar profesyonel kayıt stüdyolarına, yapımcılara ve tanıtım ağlarına sınırlı erişimle mücadele etmek zorunda; bu da ister istemez müziğin kalitesini ve erişimini olumsuz etkileyebiliyor. Türkiye’nin ekonomik koşullarının da bunda çok büyük etkisi var. Sanatçılar gibi müzikseverler de konser biletlerini veya ticari ürünleri satın almakta zorlanıyor.

Kültürü yaşatmanın zorluklarını ise en iyi, yine tarihe ve sosyolojiye başvurarak anlayabiliriz. 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında post-punk’ın “kendin yap” anlayışı müzikle sınırlı değildi. Müzisyen ve dinleyicilerin kıyafet ve aksesuarları da “DIY”dı örneğin. Gençlik gruplarının yaşam alanları, mesela squat’lar, fanzinler, işçi ve öğrenci protestolarına katılım, bir araya gelip vakit geçirilebilecek erişilebilir mekanlar gibi daha pek çok unsur, gençlerin kendini ait hissedebileceği bir alt kültürün oluşmasını kolaylaştırmıştı. Bugün bunların hiçbirinin geniş anlamda var olduğunu söyleyemeyiz. Ben politik örgütlenmenin bu kültürün en temel taşıyıcısı olduğunu düşünüyorum. Post-punk etiketiyle yapılan her müziği sevmek zorunda değilsiniz ama bu müziğin yapılması ve etrafında bir alternatif kültürün oluşması için onu benimseyerek bir araya gelmeli ve yaşatılması için örgütlenmelisiniz. Örneğin, hiç bilmediğiniz grupların da konserine gitmelisiniz. Bu kültürü yaygınlaştırmayı amaçlayan oluşumlara destek vermeli, webzine’leri okumalı; düşünce, yorum ve önerilerinizi platformlarla paylaşmalısınız. Müziğin kulağımıza gelene dek geçtiği tüm evreleri merak etmeli, sanatçılara hak ettiği değeri vermeli, sanatçılarla müzikleri hakkında konuşmalısınız. Müzisyenler de aynı şekilde dinleyicilerle daha fazla iletişim kurmalı, kitlenin ihtiyaç ve beklentilerini anlayarak müziği yeniden bir kolektife dönüştürmeye uğraşmalı.

Türkiye’deki bağımsız sanat ortamına dair umutlu olduğunuz veya endişe duyduğunuz noktalar neler?

Önce endişelerimden bahsetmek istiyorum ki, bu keyifli söyleşiyi umutla bitirelim. Ekonomik zorlukları bertaraf etmek mümkün değil. Türkiye’de bağımsız sanat için önemli bir fon ve altyapı eksiği var. Birçok ülkenin aksine, Türkiye’de alternatif veya deneysel sanat çabalarını destekleyen çok az hibe ve sponsorluk var, hükümet programı ise bildiğim kadarıyla hiç yok. Politik hassasiyetler, özellikle toplumsal normlara meydan okuyan veya tabu konuları ele alan sanatsal ifade biçimlerinin sansürlenmesine ya da otosansüre uğramasına neden oluyor. Bu durum, yaratıcılığı engellediği gibi risk alma cesaretini de kırıyor. Bağımsız sanat alanları ve mekanlar, genellikle mali baskılar ve soylulaştırma nedeniyle kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Bir araya gelebileceğimiz, erişilebilir ve güvenli alanların sayısı azaldıkça bir topluluk olmaktan iyice uzaklaşıyoruz.

Yine de, Türkiye’de bağımsız sanat ortamı dayanıklılığını bir şekilde ortaya koyuyor. Sanatçılar ekonomik, sosyal ve politik zorluklara rağmen kendilerini ifade etmenin yollarını bulmaya devam ediyor. Post-punk için aynısını söylemek henüz mümkün değilse de diğer alt kültürlerde tabandan gelen inisiyatifler, mesela DIY festival ve canlı performanslar ve webzine’ler var. Bu alanlar, özellikle “marjinal” sesler için yeni fikirler ve deneyler için güvenli bir sığınak veya kuluçka görevi görebiliyor. Her şeye rağmen genç nesilden umutluyum. Alternatif sanat ve kültüre giderek daha fazla ilgi duyan çok sayıda genç var. Umudum, Türkiye’nin bağımsız sanat ortamının gelişmeye devam etmesi. Dileğim ise; sanatçı ve kolektiflerin kaynaklarını, becerilerini ve izleyicilerini paylaşarak birbirini desteklemesi; kitlesel fonlama, uluslararası hibeler ve kooperatif yapılarının keşfedilmesi; sahnenin kapsayıcı olması ve Türkiye’nin farklı kimlik ve deneyimlerinin temsilini sağlaması…


Tüm Hakları Saklıdır 2024 - Tasarım: Merhaba Grafik