Şuan Okunan
Soytarı Kral Lear: Delilik, bilgelik, çöküş

Soytarı Kral Lear: Delilik, bilgelik, çöküş

Eskiden böyle değildi. Eskiden iktidarlar kanla değişirdi. Yeni gelen eski kralı öldürür başa geçerdi onu da bir sonra gelen öldürürdü “Kral öldü yaşasın yeni kral” denir, hep beraber ‘hurrrraa’ çekerdik, bu böyle sürüp giderdi. Ne güzel günlerdi!” (Soytarı)

MUSTAFA KARA

Öteki Tiyatro’nun sahnelediği Soytarı Kral Lear, Shakespeare’in klasik trajedisini günümüzün sosyal ve politik bağlamıyla harmanlayarak, modern bir dille ve zaman zaman absürt bir üslupla yeniden yorumluyor. Murat Karahüseyinoğlu’nun uyarlayan ve yöneten kimliğiyle şekil verdiği oyuna, bütünüyle güncel ve eleştirel bir yaklaşım hakim. Hamit Demir ve Engin Alpateş’in sahnede olduğu oyunun sahne tasarımı Erhan Alabaş’a, ışık tasarımı Emrah Sürücü’ye ait.

Hikâye bilindik, Kral Lear’ın tahtını üç kızı arasında paylaştırma kararı vermiştir. “Beni kim daha çok sevdiğine ikna ederse, en büyük pay ona ait olacak” diyerek, sevgiyi ölçmeye kalkar. İki kızı abartılı, inandırıcılıktan uzak övgülerle babalarının gönlünü hoş ederken, Cordelia’nın dilinde gerçek ve samimi bir sevgi tarifi vardır: “Bir evlat babasını ne kadar severse ben de sizi o kadar sevdim. Ne daha fazla, ne daha az.”

Kral Lear’ı öfkelendiren bir tariftir bu: “O halde dürüstlüğün onun mirası olsun. Yıldızlar üzerine yemin ediyorum ki, bugün, burada bütün babalık vazifelerimden, seni bana bağlayan bütün akrabalık ve kan bağından sıyrılıyor ve seni şu andan itibaren bana ve kalbime yabancı sayıyorum” der hiç tereddüt etmeden. Krallığı diğer iki kızı arasında bölüştürür ve onlar da iktidarı ele alır almaz babalarını aşağılarlar, ülke felakete sürüklenir. Çöküş başlar.

LİYAKATSİZLİKTEN İKTİDAR HIRSINA

Murat Karahüseyinoğlu’nun uyarlamasının öne çıkan yanı, bu karar veriş sürecini ele alma biçimi. Bir dağ başında sefil durumda olan Kral Lear tüm yaşadıklarına rağmen kararının arkasında durmakta, soytarı ise “tahtı bırakma deliliği”nin getirdiği felaketlerden dem vurmaktadır. Liyakatten iktidar hırsına uzanan bir dizi güncel göndermeyi de içeren bu yorum, modern çağın iktidar devir teslimi tartışmalarına keskin bir gönderme yapar. Kral Lear’ın “adil ve hakkaniyetli” diye savunduğu iktidarı bırakma kararının ülkeyi nasıl bir çöküşe götürdüğünü soytarının ağzından dinlerken, iktidar ve adalet kavramlarını da bugünün bakış açılarıyla sorgularken buluruz kendimizi… Asalet ve ciddiyet maskesinden arınmış bir Kral Lear ile bilge rolünü üstlenmiş sivri dilli soytarı arasındaki çatışma, çıldırtıcı bir sorgulamanın kapısını aralar. Dile gelenler sadece iktidarın ve sarayın nimetlerinden mahrum kalmış olmanın ruh haliyle yapılmış eleştiriler değildir. Toplumsal yapıyı, iktidarı ve adaleti sorgulayan bir yolda ilerleyen diyalog, sadece kişisel bir kaybedişin değil toplumsal bir çöküşün izlerini sürer.

HALKIN, HALK İÇİN, HALK TARAFINDAN SOPALANMASI

Soytarı, eski ve güçlü iktidar anlayışının aksine, Lear’ın ‘kibar kibar’ iktidardan ayrılma çabasını eleştirir ve bu tartışma, halkın tutumu üzerinden derinleşir. Alaycı bir üslupla ve acımasızca Kral Lear’a yüklenen soytarı, kralın iç sesi ya da aklın sesi rolünü de üstlenir. Ülkenin ve halkın çıkarını savunma iddiasındadır ancak halkı ve halkın eylemini savunan bir yanı da yoktur aslında. Halkın eylemi de yoktur. Zaten konu da dönüp dolaşıp bu açmaza bağlanır.

Soytarının daha oyunun ilk anında dördüncü duvarı yıkıp halkı simgeleyen seyirciyi aktif hale getirme çabalarının arkasında da bu vurguyu sezeriz. Hikâyeyi seyirciye anlatırken de, olması gerekenleri halk adına savunurken de izleyici “dürten”, pasif konumdan aktif katılımcıya dönüştürmeyi zorlayan bir tavır görülür. Bu duyguyu güçlendirmek için güncel göndermelere de sıklıkla başvurulur. “Demokrasi öyle mi? Demokrasi dediğin şey: halkın, halk için, halk tarafından sopalanmasından başka bir şey değildir” diye dile gelen yaklaşım, halka pek de güvenmeyen bir otorite ihtiyacına çeker meseleyi. Bu tartışma liyakat gibi meselelerle çeşitlendirilir, güncelleştirilir: “Hah! Bir de götümüze ‘liyakat’ çıkardınız. Nedir? Ne değildir bilen yok ama herkesin dilinde!”

DAĞ BAŞINDA BİR HESAPLAŞMA ALANI

Sahne tasarımında karşı duvarı ve zemini kaplayan dev bir perde ve yavaşça hareket eden dolunay belirgin unsurlar olarak öne çıkıyor. Perde yeri geldiğinde bir gölge oyunu perdesine de dönüşüyor, hem Murat Karahüseyinoğlu, hem Hamit Demir’den ötürü hafızamıza işli Karagöz imgesi bize göz kırpıyor. Perde iki farklı dünyanın sınırlarını da çiziyor. Karahüseyinoğlu’nun seyirciyi oyunun içine almanın bir formülü olarak düşündüğü “sahneye izleyici alma” fikri bir kez daha sahnede. Oyunun başından soytarı tarafından sahneye getirilen ve kralın kızları ile damatlarını simgeleyen izleyiciler perdenin sınırlarının hemen dışında. Soytarı bizi sahnenin sınırları konusunda da, izleyicilerin rolü konusunda bilgilendiriyor zaten. Bu seyircilerin sahnede bir sözü, bir eylemi yok. Tıpkı hikâyede her gelişmeden etkilenen ama hiçbir konuda belirleyici olamayan halk gibi.

Kralın yerde önemsiz bir detay gibi duran tacı ile soytarının şapkası oyunun belirgin simgeleri. Biri iktidardan feragat etmeyi simgelerken, diğeri bilgelik ve hicvin sembolü oluyor. Sükûneti, ıssızlığı, fırtınayı gördüğümüz bu dağ başında doğanın eylemi oyunun akışına paralel. Sorgulama arttıkça doğa da çıldırıyor, kaotik bir fırtına kralın çıldırışına eşlik ediyor. Hamit Demir’in oyunculuğu kralın duygu değişimlerini bedeniyle ortaya koyarken, Engin Alpateş farklı karakterleri de oynadığı, oyun içinde oyunlarla hareketlendirdiği dinamik bir performans gösteriyor. Oyunun omurgasında yer alan seyirciyle etkileşimin yükü de çoğunlukla Alpateş’in omuzlarında.

KARAMSARLIK VE SOSYAL ADALET ÇAĞRISI İÇ İÇE

Oyundaki trajedi, çıldırarak aydınlanan Kral Lear’ın gerçekleri görür hale gelmesiyle belirginleşiyor. “Lime lime olmuş giysiler en küçük kusuru bile ortaya koyarken; kürklü cübbeler her ayıbı örtermiş” gibi toplumsal adaletsizliğe yönelik bilgece sözlerle kendini belirten bu aydınlanma, doğanın isyan ettiği bir fırtınayla paralel ilerliyor. Oyun delilik ile bilgelik arasındaki o ince çizgide ilerlerken, iktidarın yozlaştırıcı yönü, ailenin ihaneti, dürüstlüğün asla cezasız kalmaması, toplumsal çöküşün dinamikleri gibi tartışmalara ışık tutuyor.

Sonunda “her şeye geç kalan halktan bir halt olmayacağı” karamsarlığını seyircinin kucağına bırakılıp gidilse de, Kral Lear’ın ağzından bir sosyal adalet çağrısı da yapılıyor. Kendini bu duruma düşürdüğü için suçlu olsa da artık “mağdur ve davacı”dır Kral Lear: “Akıllanmak da, akıllıca davranmakta geç kalmış olabilirim ama diyorum ki, şehvete kanmışlara, başkalarını düşünmeden bollukta yüzenlere, vurdumduymaz kayıtsız hayatlarıyla, sizin düzeninizi hiçe sayanlara, hissettirin gücünüzü çabucak. Ortadan kalksın bu dengesizlik. Herkes ihtiyacı kadarına sahip olsun artık!

*  Soytarı Kral Lear, 16 Kasım Pazar günü Torium Sahne‘de, 25 Aralık Perşembe günü Moda Sahnesi‘nde, 27 Aralık’ta Ankara AST Bilkent Sahne’de olacak.

“Soytarı Kral Lear”

Ayrıca Bakınız

Yazan: William Shakespeare

Uyarlayan ve Yöneten: Murat Karahüseyinoğlu

Sahne Tasarımı: Erhan Alabaş

Işık Tasarımı:Emrah Sürücü

Oyuncular: Hamit Demir, Engin Alpateş

 

 


Tüm Hakları Saklıdır 2024 - Tasarım: Merhaba Grafik