Şuan Okunan
Yolcu Tiyatro: Nadir bir çiçek Gomidas!

Yolcu Tiyatro: Nadir bir çiçek Gomidas!

 

MUSTAFA KARA

Gomidas, 1869’da Kütahya’da doğdu, küçük yaşta yetim ve öksüz kaldı. 12 yaşında Ermenistan’da dini eğitim aldı, kilise korosuna girdi, Almanya’da müzik eğitimi aldı, İstanbul’da başrahiplik yaptı, kilise koroları yönetti, binlerce şarkı besteledi, derledi. 24 Nisan 1915’de sürgüne gönderilen Ermeni aydınlarından biriydi, kısa süre sonra geri dönebildi, ancak bir daha asla eski Gomidas olamadı. Sustu, tam 18 yıl sustu ve Paris’te bir akıl hastanesinde bu dünyaya veda etti.

Ermeni müzisyen, müzikolog ve başrahip Gomidas’ın hikayesi bir asır sonra Kumkapı’da, Ermeni Patrikhanesi’nin hemen karşısındaki Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde sahneye taşınıyor. Yolcu Tiyatro’nun önemli ödüller de kazanan bu eşsiz oyunu, 1929’dan bu yana faaliyette olan Surp Lusaroviç Korosu ile birlikte sahneleniyor. Yapımcılığını ve Süpervizörlüğünü Ersin Umut Güler, yönetmenliğini Ahmet Sami Budak’ın yaptığı oyunda, Gomidas’a Fehmi Karaarslan hayat veriyor. Yolcu Tiyatro, 80 civarında oyun sahnelediği Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde geçen hafta son oyununu sahneledi. Yüksek maliyetler, ekonomik sorunlar, kilisenin başka programları gibi gerekçelerle “Gomidas” yolculuğuna artık tiyatro sahnelerinde devam edebilecek.

GOMİDAS’IN AYAK BASTIĞI BİR KİLİSE

Oyunun yazarı ve yönetmeni Ahmet Sami Özbudak, daha yazarken “oyunun bir kilisede oynanması” fikrindeymiş; o dönem ekibe çok da mümkün gelmiyormuş aslında. Süpervizör ve Yapımcı Ersin Umut Güler, bir noktada İstanbul’un kiliselerini gezmeye başlamış. Şimdi Kumkapı’daki Surp Vortvots Vorodman Kilisesi için Burayı görünce, tamam dedim, yuvamızı bulduk. Kumkapı zaten Ermenilerin 1400’lerde İstanbul’da ilk yerleştiği yer. Patrikhane karşıda. 2010’da Avrupa Kültür Başkenti kapsamında kültür merkezi olarak yenilenmiş, Aya İrini’nin yükünü alsın istenmiş, ama lokasyon itibariyle çok olmamış. Gomidas’a çok yakıştı” diyor; “Çünkü bir başrahip, evet bir koro şefi. Oyunda Surp Lusaroviç Korosu var. 1929’dan bu yana faaliyetlerini aralıksız sürdüren bir koro. Gomidas koristlerine ‘kertenkelelerim’ diyor. Yüz küsur yıl sonra kertenkeleleri onun şarkılarını söylüyor, Gomidas’ın hikayesi anlatılıyor burada. Burası Gomidas’ın ayak bastığı bir kilise. Buranın dört yüzyıllık bir hafızası var; buradaki her taşın, sütunun… Yaşanmış bir sürü hikaye var burada. Bu yüzden oyun için çok iyi olacağını düşündük. Çok önemli bir müzisyen olan Gomidas’un unutturulduğunu, unutturulmak istendiğini dile getiriyor:Unutturacaklar, biz de hatırlatacağız. Bizim görevimiz bu. Hikayelerimizi hatırlayacağız, hatırlatacağız.” diyor.

Ersin Umut Güler, Gomidas’ın yaşadığı ötekileştirme ve yok sayılmanın, Ermeni olduğu için başına gelenlerin bugün de değişmediğini vurguluyor:Türkiye hala aynı. 2023’teyiz ve hala farklı bir milliyetten ya da mezheptenseniz, farklı bir dindenseniz bu linç edilmeniz, baskı görmeniz, sansürlenmeniz, yok sayılmanız için sebep olabiliyor. Buranın zenginliği buydu. Bu kuraklığı isteyen birileri var. Tek olsun istiyorlar her şey.”

“BAHSEDİLENE KADAR GOMİDAS’I TANIMIYORDUM”

Oyuncu Fehmi Karaarslan Bana Gomidas’tan bahsedilene kadar ben böyle birini tanımıyordum” diyor utanarak. Bu yüzden oyunu herkesin görmesini, yaşadığı değişimi başkalarının da yaşamasını istiyor. Oyunun yazarı Ahmet Sami Özbudak’ın projeyi uzun süre çalıştığını ve kendisine başka bir oyunu birlikte çalışırken,Bir gün Gomidas’ı yazacağım ve senin oynamanı istiyorum” dediğini aktarıyor.

Oyunun Yapım ve Reji Asistanı Emre Can Sancar, Gomidas’ın bu toprakların kendi yüzyılında kendi alanında yetişmiş en önemli kişisi” olduğunu vurguluyor: Belki unutulup gidecek, hiçbir zaman hatırlanmayacak, toprağın altına gömülecek çoğu şarkının, çoğu hikayenin ortaya çıkmasını sağlamış. Bu birleştiricilikte birini bulmak, özellikle Anadolu gibi bu kadar ayrışmış, ikilere, beşlere, altılara bölünmüş bir coğrafyada çok zor. Çok nadir bir çiçek Gomidas ve işte tabii ki maalesef solmuş. Hikayenin bir kısmı da burada yatıyor.”

Emre Can Sancar, Kumkapı’daki bu kilise için ise, Başrahip Tatul Anuşyan’ın kilise yönetimini çok motive ettiğini söylüyor. Bu ismi Fehmi Karaarslan da anıyor ve Bize çok destek olan biri var, Tatul Anuşyan. 2 yıl önce vefat etti. Ahmet Sami Özbudak’a da oyunu yazarken çok güzel feedback’ler verdi. Bizi cemaatle, Patrik hazretleri ile tanıştırdı. Gerekli izinler alındı ve burada çalışmaya başladık. Kendisini tekrar anıyorum. Gomidas karakterini çalışırken, kiliseye gittim, onunla zaman geçirdim, ibadete katıldım. Cemaatle beni ‘İşte Gomidas’ımız’ diye tanıştırdı. O günleri güzel hatırlayacağım hayatım boyu” diyor.

KLASİK TİYATRO SAHNESİ Mİ, TARİHİ KİLİSE Mİ?

Tarihi kilisede oyun oynamanın aktör için inanılmaz bir keşif yarattığını vurguluyor Fehmi Karaarslan: Bir kere kutsal bir yerdeyiz. Tiyatronun o arkaik geçmişine, o ritüistik, ayinsel kökenlerine doğru bir tını da var arkada. Öyle bir yere davet ediyor oyuncuyu. Gomidas’ın bir rahip olması, müzisyen olması, sesle akustikle olan ilişki tragedyaların ambiyansına doğru bir yolculuk gibi oluyor oynarken. İtalyan sahnede daha klasik bir algıyla seyirciyle buluşuyorum. Kesinlikle oyunun anlaşılması ve hikayenin geçmesi bakımından İtalyan sahnede de çok etkili oluyor. Hem beni hem izleyiciyi daha tiyatral bir yere davet ediyor. Metin daha görünür ve ortada oluyor.”

Fehmi Karaarslan’ın iki sahneleniş arasında gönlünün kiliseden yana olduğu sözlerinden kolayca anlaşılıyor:Kilisede algımızı şekillendiren çok fazla şey var. Oturma biçiminden koronun yerine, akustiğe kadar hepsine dikkat etmek gerekiyor. İki sahnelemenin de artıları var, ama oyuncu olarak tabii böyle bir ambiyansta oynamak çok büyük bir deneyim, çok büyük bir keyif.”

Emre Can Sancar ise, Kumkapı semtinin özgünlüğünden söz ediyor ve burayı 20. yüzyıl başlarındaki İstanbul’a benzetiyor:Burası inanılmaz multikültürel bir yer. Sokakta Türkçeye çok nadir rastlayabileceğiniz bir yer. Bazı insanlar için korkutucu olabiliyor, belki onların korktuğu çokkültürlülükte değil, buradaki insanların sıkıştırılmışlığında…” Semt Ermeni cemaati için çok önemli olsa da, aslında cemaat biraz buradan uzaklaşmış.

“DÖRT SAATLİK SITE-SPECIFIC BİR DENEYİM”

Kumkapı, tiyatro seyircisinin de alışık olmadığı bir semt olduğundan özellikle başlarda seyirciyi çekmekte epey zorlanmışlar. Bunun özel bir deneyim olduğunu şu sözlerle anlatıyor Emre Can Sancar, Moda Sahnesi’nde, Oyun Atölyesi’nde oyun izleyen seyirci tek dolmuşla evine gidebilirken, burada Marmaray’lara, tramvaylara binip yürümesi, bu sokaklardan geçmesi gerekiyor. Bence zaten deneyim Marmaray’dan indiğinizde başlıyor, kesinlikle 100 dakikalık bir oyun değil Gomidas. Dört saatlik site-specific dediğimiz meseleye çok uyan bir oyun. Kumkapı’da bu sokaklarda yürümek, Gomidas’ın yürüdüğü sokaklardan yürümek demek. Gomidas’ın korosu etraftaki mahallelerden, Aksaray’lardan yürüyerek geldiler. Seyirciyi o sokaklarda yürütmek tabii ki bilerek, isteyerek yaptığımız bir şey değil, ama bizim için çok büyük şans oldu. Zamanla alıştı seyirci, uzun süre kapalı gişe oynadık, bilet bulamadı insanlar. Şimdi burada normal zamanlarda göremeyeceğiniz insanlar oyun zamanı sokakları dolduruyor, şıkır şıkır giyinmişler, sohbet ediyorlar. Bu sokaklar 100-150 yıldır yaşamadığı şeyleri belki bir şekilde tekrar yaşamaya çalışıyor.”

“BAŞKA CENAHTAN İNSANLAR ETKİLENİYOR”

İstanbul, Ankara, İzmir ve Ermenistan’da sahnelenmiş; Avrupa’ya turneye gitmeye hazırlanan Gomidas oyunu hep dolu oynamış ve hiç negatif reaksiyon almamış. Ersin Umut Güler, “Çünkü biz hikayeyi şuradan tuttuk: Gomidas Anadolu’nun Mozart’ı, çok önemli bir müzisyen. Eğer yaşasaydı, başına bunlar gelmeseydi, müziğe ve sanata burada katkı sunacaktı. Maalesef 1915’te yaşadığı Çankırı yolculuğu, o sürgün… Bir anda hayatınız tepetaklak oluyor. Biz çok önemli bir değerin hayat hikayesini anlatıyoruz.” sözleriyle anlatıyor bu durumu.

Emre Can Sancar da ne Türkiye’de, ne Ermenistan’da radikal bir tepki ile karşılaşmadıklarını, Twitter’da bile oyunu izleyip kötü bir şey yazan olmadığını şaşkınlıkla anlatıyor: Çok bekledik. Bu beklentinin altı bomboş çıktı aslında.”

Fehmi Karaarslan ise, oyunu izleyen farklı cenahtan insanların çok etkilenerek ayrıldığını vurguluyor. Karaarslan, “Gomidas’ın çocukluktaki kayıpları, gittiği yerde tutunamaması, rahip kimliğinden doğan bekareti, aşk yaşaması ama itiraf edememesi, Paris, Lozan ve İskenderiye’de kurduğu korolar, İstanbul’daki başarıları ama bir türlü kendini var edememesi” gibi olguların başlı başına bir hikaye olduğunu vurguluyor. Bunları 1915 olayları ve Çankırı sürgünü takip ediyor. Ardından 18 sene konuşmadan yaşaması ve Paris’te bir akıl hastanesinde hayata veda etmesi izliyor. Fehmi Karaarslan, bu trajediye odaklanıldığında izleyen herkesin bir insanla ilişkiye girdiğini vurguluyor: Sadece bir insanla, sayılarla değil. 1 milyon, 800 bin, 500 bin gibi bir sürü tartışmalar oluyor, insan hayatını sayılara indirgiyoruz. Biz bir insandan bahsederek çok fazla insana dokunabildik. Buraya gelirken, başta benim olduğum gibi hiçbir fikri olmayan insanlar, çıkarken dışarıda kitaplarını satın alarak gidiyor.”

Ersin Umut Güler, oyunla ilgili çok fazla olumlu mesaj ve mail aldıklarını, Gomidas ile tanışan izleyicilerin şarkılarını dinlemeye başladığını, onunla ilgili okumaya başladığını söylüyor.

“HER AĞACIN BİR ADI VARMIŞ, HER İNSANIN BİR ŞARKISI”

Gomidas’ın Ayağımı toprağa gömdüğüm zaman her şey hafifliyor” dediği oyunda, toprak metaforik olarak özel bir yerde duruyor. Tiyatro eleştirmeni Seçkin Selvi, Cihan Aşar’ın tasarladığı dekordaki üzeri toprak kaplı platformuGomidas’ın yaşamının geçtiği her yeri simgeliyor” cümlesiyle özetlemiş. Hrant Dink’in “Biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin bu toprakları alıp gitmek için değil, bu toprakların gidip dibine girmek için” sözü geliyor ister istemez akla.

Fehmi Karaarslan, toprak figürünün varoluşa kadar götüren bir şey olduğunu hatırlatarak, dinlerdeki “topraktan gelme ve toprağa dönme” inanışına atıfta bulunuyor. Gomidas’ın yolculuğu için toprağın iyi bir simge olduğunu dile getiren Karaarslan, “Ölümü de aslında çağırabilir, doğumu da çağırabilir. Öze dönüşü çağırabilir. Vatan hasretini çağırabilir. Toprak her şeyin başlangıcı gibi.” diyor.

Oyunda yer alan “Şarkıları dinlerken hikâyeleri gördüm, her hikâyede beni buldum. Kendimin okulu oldum duyduğum her ezgide. Her ağacın bir adı varmış, her insanın bir şarkısı” repliğini hatırlatıp, “Gomidas’ın şarkısı hangisi?” diye soruyoruz Fehmi Karaarslan’a; yanıtı şöyle: Hem rahip, hem şair, hem sanatçı; ikisinin bir arada olduğu bir dünyada. Dini şarkılar, kilise şarkıları bir tarafta, derlediği Anadolu türküleri bir tarafta. Hiçbiri için budurdiyemem, tek bir şarkısı yok bence. Bütün Anadolu, Mezopotamya…  Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Ermenice… Ezanı bile derlemiş. Bütün hikayesi seslerle, her şeyin bir sesi var. Ama hadi Kele Kele diyeyim, yani Kele Kele’yi çok seviyorum, oyunda da söylüyorum.”

GOMİDAS ARTIK AVRUPA YOLUNDA, BAŞKA SAHNELERDE

Ersin Umut Güler, “Yolcu Tiyatro” adını hareketi, devingenliği çağrıştıran, hem fiziksel hem zihinsel, ruhsal yolculuğa işaret eden bir isim olarak özetliyor. Emre Can Sancar da Yolcu Tiyatroyu, “her şeyden önce bağımsız bir kurum” olarak nitelendiriyor ve ansambl hissini hep birlikte yaşamaya çalıştıklarını söylüyor, ancak bunun eskisi kadar kolay olmadığının farkında: Bazılarımızın 2-3 üç işte birden çalışması gerekiyor ki buraya gelip, bunu devam ettirebilsin. Artık bir tutku meselesine dönüştü. Tiyatroculuk, tiyatro profesyonelliği bir meslek olmaktan yavaş yavaş uzaklaşıyor, uzaklaşacak da. Tiyatro her zaman olacak. Bir ateşin başında üç kişi hikaye anlattığı zaman da tiyatro oluyor, ama dünya standartlarından giderek uzaklaştığımızı düşünüyorum. Tıpkı sporda uzaklaştığımız, şehircilikte uzaklaştığımız gibi.”

Emre Can Sancar’ın anlattığı bu zorluklar, Gomidas’ın bir süre Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’ne veda edilmesine yol açmış. Fehmi Karaarslan, Gomidas gibi bir oyunun özel bir tiyatro için büyük bir iş olduğunu ve bütçe anlamında çok zorlandıklarını dile getiriyor. Bunu sürdürebilmek için bir süre klasik tiyatro sahnelerinde oynayarak bu süreci atlacaklarını söylüyor.

Ersin Umut Güler de “Ekonomik koşullar öyle zorluyor ki Türkiye’de” deyip; ışıklar, perde, dekor gibi pek çok unsurun kiralandığını ve bu kiraların son dönemde 5 kat arttığını söylüyor. “Şimdi biraz hikayeyi başka tarafa çevireceğiz. Avrupa turnemizin ilk etabı başlayacak. Ondan önce bir normal sahneye geçeceğiz” diyen Güler, Seyirci olarak düşünüyorum kendimi. Ne yapacağım? Bin liraya mı bilet satalım?” diye soruyor.

“PARANIN OLMADIĞI YERDE SANAT OLMUYOR”

Emre Can Sancar ise bir tiyatro topluluğu olarak fon aramak için ayırdıkları vaktin çok arttığını vurguluyor. Gomidas için Gulbenkian Foundation, Sivil Düşün, Hrant Dink Vakfı, Amerikan Büyükelçiliği gibi kurumlardan aldıkları fonları hatırlatıyor ve bu fonları bulamayan birçok tiyatronun olduğunun da farkında olduklarını ekliyor.

Fehmi Karaarslan, tiyatroyu bu gerçeklerle yapmak zorunda olduklarını hatırlatarak, Tek geliri gişe olan bir yapıdasınız. Bu yapacağınız işlerin boyutunu, kalitesini, içeriğini, prova sürecinden tutun kullanacağınız sahne seyir biçimine kadar her şeyi etkiliyor. Biz de yaptık, 40 kişiye Ikea sandalyeleriyle; devam eden bir süreç. Mecburuz bunu yapmaya. Fakat bu tiyatronun estetiğinin gelişmesi, tiyatro sanatının dünyayla yarışır halde olması için en büyük engellerden biri. Bir anlatan, bir dinleyen olduğunda tiyatro başlar, tamam. Ama başka şeyler de var. Bu da işin endüstrileşmesiyle, ekonomisiyle olan bir şey. Oyuncunuz başka işler yapmak zorunda kalırsa ya da diziye gidip oradan oraya koşarak sahneye çıkarsa zaten işin kalitesinin yüzde 50’sini kaybediyorsunuz” diyor. Karaarslan, “endüstri” sözünü şöyle açıklıyor:Bu iş aynı zamanda bir endüstri olduğu için, bir sektör olduğu için ekonomi önemli. Dünya tarihine bakın sanatın hareket ettiği, dönem atladığı her yerde para var. Yani paranın olmadığı yerde sanat olmuyor.”

Ayrıca Bakınız

Emre Can Sancar, sahnesiz olmanın dezavantajlarına dikkat çekiyor ve Nakliye gibi bir derdiniz oluyor. Oyun yaratırken prova alanı gibi bir probleminiz oluyor. Sahnede geçirdiğiniz vakit azaldıkça yapıyla olan ilişkiniz de zayıflayabiliyor. Bu bir tutku meselesi. Yarın çocuğum olsa ve ben bu işi yapacağımdese, tabii ki ilk ben karşı çıkarım” diyor.

Ersin Umut Güler, bütün hikayenin inat üzerine gittiğini hatırlatarak, şunları söylüyor: Bağımsız tiyatrolar tek kişi bile bir şey yapmaya çalışsa, dekorsuz, ışıksız oyun yapsanız, orada bile bir iddia var, inat var. Derdimiz neyse anlattığımız hikaye de o oldu. İnsan hakları ihlalleri, savaş karşıtlığı, toplumsal cinsiyet, ezen ezilenin ilişkisi ve Gomidas’ta anlattığımız hikaye. Hepsi bizim dertlerimiz. Her oyunda da farklı bir estetik biçim var.”

“BİZDEN EŞEK GİBİ VERGİ ALIYORLAR”

Dünyada böyle bir Devlet Tiyatrosu örneği olmadığını hatırlatan Güler, özel tiyatroların da Van’a, Diyarbakır’a, Erzurum’a, Trabzon’a gidip oyun oynamak istediğini söylüyor ama Biz bu ekibi, dekoru nasıl götüreceğiz? Hangi salonda oynayacağız?” sorularını da ekliyor sonra.

Avrupa’dan gelen bir yönetmenin Merkezi hükümet para veriyor, eyalet para veriyor, belediye para veriyor, bir de özel sektörden sponsor alıyoruz” diye anlattığını aktaran Güler, Türkiye’de Sponsorluk Yasası çıkmadığı için sponsor desteği bile alamadıklarını vurguluyor. Kültür Bakanlığı’nın verdiği paranın sandviç, ayrana bile yetmediğini dile getiren Ersin Umut Güler, Sivil Düşün ve benzeri kurumlardan küçük küçük birkaç destek aldıklarını ama meseleyi çözmediğini ifade ediyor: O ışığı kiralayamadığımızda, kirayı ödeyemediğimizde, sadece gişeye kaldığında iş, bu bilet fiyatlarıyla olmuyor. Seyirci olarak ‘Tiyatro niye bu kadar pahalı?’ diye düşünüyorsunuz. Bu sorunun muhatabı tiyatrocular değil, devlet. Bizden eşek gibi vergi alıyorlar. KDV’yi de artırdılar çok sağ olsunlar. Biz düşsün diye uğraşıyoruz, yüzde 10’a çıkardılar. Tiyatroyu bir ihtiyaç olarak görmeyip ticari faaliyet olarak gören bir devletle karşı karşıya olduğumuz için maalesef adım atılmıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı desteklerinde kime ne kadar dağıttıklarını da bilmiyoruz zaten, 10 yıldır açıklanmıyor. Sinemada açıklanıyor, tiyatroda açıklanmıyor.”

Ersin Umut Güler’e Fatih gibi tarihi bir ilçede, tarihsel ve kültürel bir iş yaparken İstanbul Büyükşehir Belediyesi ya da Fatih Belediyesi’nden herhangi bir destek alıp almadıklarını soruyoruz, daha sorarken tebessüm ediyor: Hiçbir destek almadık. Devlete bağlı hiçbir kurumdan destek gelmedi. Biz sadece birkaç belediye salonunda gidip oynadık. Başka oyunlarımızı da oynuyorduk. Yani aslında oyunu seyirci için oraya götürmek, bir destek değil. Masrafınızı karşılıyorlar. Belediyelerin yapması gereken bir etkinlik. İsterse Fatih Belediyesi inisiyatif alıp, bir gelip bakalımdiyebilir tabii ki, ama belediyelerin böyle bir yönetmelikleri, fikirleri yok.”

“KÜLTÜREL BİR DEVRİME İHTİYAÇ VAR”

İstanbul Büyükşehir Belediyesiyle defalarca toplantı yaptıklarını ama mevzuatın engel olduğunu söyleyen Ersin Umut Güler,Yakın çalıştığımız için biliyorum, İBB bunu istiyor ama bağlı bulunduğu bir hiyerarşi var. Devlet bunu istemiyor. Kültür Bakanlığı herkesi bir çuvala atıyor, içinden istediğini alıyor. Burada bir sanat işi var, bu bir kültürel etkinlik. Bir kamu hizmeti, kamusal faaliyet. Biz özel ve bağımsız tiyatrolarız, ama Kültür Bakanlığı’nın böyle bir isteği yok. Biz şu anda ticaret erbabı gibi görünüyoruz, halbuki bir kamu hizmeti yürütüyoruz, sanatsal faaliyet yapıyoruz” diyor. Bu konuda çalıştıklarını, uğraştıklarını ama karşılarında çok ağır bir mekanizma olduğunu vurgulayan Güler, devlet aklıyla ilgili bir sorun olduğu fikrinde ve çözüm için “bir kültürel devrime ihtiyaç olduğunu” düşünüyor.

Oyuncu Fehmi Karaarslan’ın önerisi, gerçekten tiyatroyu bilen insanlar tarafından, konuşan, düşünen, yenilikçi insanların yer aldığı bir komite kurulması. Ekonomik sorunların da bu yolla kolayca çözülebileceğini düşünüyor:Tiyatro sanatının, Türk tiyatrosunun nerelere hitap edeceğini belirleyecek bir komite ortaya çıkarılabilir. Devletin tepeden atayacağı birileri değil. Özellikle ekonomik sorun. Her yer sahne dolu. Neden özel tiyatrolara bunları daha kolay açmayalım? Çok romantik bir yerden söylüyorum, çok basit yani. Ne var ki? Tiyatro da bir bilimdir, bilen insanları başına getireceksin, olacak. Şurada toplanalım, bakan da gelsin, tiyatronun önemli temsilcileri gelsin. Biz de oturalım. Çok basit. 100 kişi hep beraber çözeriz. Tartışmalar uzuyor ya, çok saçma geliyor. Toplanacaksın, konuşacağız, çözüm üreteceğiz, bitecek.”

MEKANA ÖZGÜ TİYATRO, TİYATROYA ÖZGÜ MEKAN

Fehmi Karaarslan’ın anlattığı basitliktedir belki de sahiden; çok basit! Anahtar bilgi de şudur; …yüz kişi hep beraber!” Bir anlatıcı, bir de izleyen olunca tiyatro oluyor çünkü, ama etkili, verimli ve sonuç alıcı bir mücadele verilemiyor, çözüm bulunamıyor maalesef.

Yerel yönetimlerin körlüğüne, anlamazlığına, umursamazlığına eşsiz bir örnek oluşturuyor aslında Gomidas oyununun yaşadıkları. Tarihi yarımadanın içinde sahnelenen ve etrafıyla birlikte tarihi bir semtin yeniden doğuşu ve ilgi odağı haline gelmesine katkıda bulunabilecek bir oyun, susarak geçiştiriliyor. İstanbul Miras gibi eşsiz bir projeye imza atan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de, sınırları içindeki tarihi doku ile övünen Fatih Belediyesi’nin de Gomidas oyununu görmezden gelmesi anlaşılmaz. Surp Vortvots Varodman Kilisesi ile birlikte Kumkapı’nın yeniden cazibe merkezi haline gelmesi, “korkutucu” imajından bir nebze kurtulması için küçük de olsa bir adım atılabilirdi. Emre Can Sancar’ın 4 saatlik site-specific bir deneyim olarak tanımladığı o yürüyüş, kent kültürüne, kent kimliğine dair yeni bir bakış açısı edindirebilirdi. Olmadı.

Mekana özgü tiyatronun işi çok daha zor, kendini anlatmakta epey zorlanıyor. Tiyatroyu kent kültürü içinde önemli bir unsur, kent dokusu ile bütünleşik bir varlık olarak tanımayan yerel yönetimler işi daha da zorlaştırıyor. Kamusal tiyatrolara dair projemizdeki ilk iki video-yazı, genel dertleri epeyce konuşsak da, mekana özgü tiyatro örneklerine dair oldu biraz.

Mekana özgü tiyatro örneklerini başka vesilelerle tartışmaya, anlamaya devam ederiz; ama üçüncü video-yazı bir “tiyatroya özgü mekan” deneyimini konu alacak. “Mahallenin tiyatrosu” mottosuyla yola çıkan Moda Sahnesi’nin çok özel deneyimini konuşacağız; bakalım tiyatroya özgü mekan olunca işler kolaylaşıyor muymuş?

* “Türkiye’de Kamusal Tiyatro Deneyimleri ve Olanakları” projesi bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı tarafından finanse edilmektedir.


Tüm Hakları Saklıdır 2024 - Tasarım: Merhaba Grafik