Duygu Kankaytsın: Batı tiyatrosunda Doğu çoğunlukla öteki ve yabandır
Şair, Yazar, Akademisyen Duygu Kankaytsın ile çağdaş tiyatroda oryantalist algıyı ele aldığı ve Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Sahnedeki Madun: Çağdaş Batı Tiyatrosu’nda Oryantalizm”i konuştuk. Tiyatronun yaşamın bire bir yansıması olan bir sanat olduğunu vurgulayan Kankaytsın, dramatik sanatların her zaman çatışma arayışında olduğunu ve Doğu-Batı çatışmasının sahne üzerinde hayat bulduğu şekliyle Batı tiyatrosu için can suyu işlevi gördünü anlattı. Duygu Kankaytsın, Çağdaş Batı tiyatrosunda “Doğu”nun görünüşünü ise kimi zaman kaba, uyumsuz, çoğunlukla öteki ve yaban olarak özetledi.
Söyleşi: DİLAN AYDEMİR
Batı Tiyatrosu’nun Doğu’yu nasıl anlattığını incelerken hangi yazar ve felsefecilerden yararlandınız? “Sahnedeki Madun” hangi yaklaşıma dayanıyor?
Başta Edward Said olmak üzere ve Said’in çalışmalarının gelişiminde önemli rol oynayan isimler bu çalışmanın içinde yer aldı. Vico, Gramsci, Foucault, Levi Strauss… Geçenlerde Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi Kitap Sohbeti’nde sevgili Esra Dicle ile konuşurken şunları söylediğimi hatırlıyorum. Bu soru nezdinde de anmak da fayda var. Said için oryantalizm akademik bir sorundan daha çok düşünsel bir sorundur. Said, Giambattista Vico’nun önemli gözlemini, yani insanın kendi tarihini kendisinin yaptığı bilgisini vurgular. Tıpkı yerler ve coğrafi bölgeler gibi kültürel varlıklar ve kültürel farklılıklar da Said’in vurgusuyla insan elinden çıkar. Bu nedenle oryantalizm başlı başına edilgen bir yapıya sahiptir diyemeyiz. Said oryantalizmi bir kültürel güç uygulaması olarak görür. Batı, Doğu’yu yönetebilsin diye Doğu hakkında oluşturduğu imajlarla bilgi üretir. Böylece Batı’nın hegemonik gücüyle üretilen bilgi bir söylem oluşturur. Bu noktada Said, Gramsci ve Foucault’dan yararlanır. Foucault’ya göre metinler söylemleri içlerine alırlar. Her toplumda söylem üretimi seçilir, örgütlenir, denetlenir. Yazma ediminin kendisini, denetleyen ile denetlenen arasındaki iktidar ilişkisinde ve yazılı sözlere çevrilmesinde bulabiliriz. Said’e göre özellikle yazarlar aracılığıyla daha doğru bir ifadeyle metinler aracılığıyla bu söylem biçimi kendini var eder ve geliştirir.
Oryantalizm siyaset tartışmalarında sık karşılaştığımız bir kavram. Çağdaş Batı Tiyatrosu’nda nasıl kendini gösteriyor? Edebiyatta, sinemada, görsel sanatlarda az çok nasıl bir imge dünyası olduğunu biliyoruz. Tiyatro ayrışıyor mu diğer sanatlardan, benzer bir yol mu izliyor?
Tiyatro yaşamın neredeyse bire bir yansıması olan bir sanat. Sinema da böyle. Gündelik hayat şiirde bir imgeye sarınarak girer. Oysa tiyatro ya da diğer dramatik sanatlar bir andır, bir canlandırmadır ve gündelik hayata referans yapar. Bunun istisnaları olmakla birlikte Gogol’ün deyişiyle tiyatro bir aynadır. Gerçekte ne varsa yansımasında da o vardır. Çağdaş Batı toplumlarının neredeyse yüz yıldır zorunlu göçmenlikle ya da işçi göçleriyle değişen demografik yapısı sahnede de beyazperdede de karşılık bulur. Bu sadece bir Asyalının, Afrikalının, Müslümanın sahnede fiziken görünmesi değil, yaşam biçiminin, zihniyetin ve geleneğin getirdiği çatışmanın da sahneye yansıması anlamına gelir. Dramatik sanatlar her zaman bir çatışma arayışındadır. Çağdaş Batı toplumlarındaki kaynağı geçmişe de dayanan en kaba tanımıyla Doğu-Batı çatışması sahne üzerinde hayat bulduğu şekliyle Batı tiyatrosu için can suyu olmuştur diyebiliriz.
“Doğu kimi zaman kaba olandır. Kimi zaman uyumsuz olandır. Çoğunlukla ötekidir. Yabandır. Batılı ise buralı, tehdit altında, sömüren, merkez konumundadır. Batı’nın Doğuya bakışı süreğen, defalarca yeniden üretilebilir ve dinamik bir çatışmadır. Varolan bir geçici uzlaşma da kısa süre içinde başka bir çatışmaya gebe olabilir.”
Tiyatro Batı’dan Doğu’ya bakarken hangi gözlükleri kullanıyor? “Doğu”yu tanımlama bakımından hangi kavramlar ve olgular öne çıkıyor? Doğu ve Batı’nın tiyatrodaki yansıması nedir?
En genel anlamıyla Oryantalizm’den bahsetmiş oluyorsunuz. Çünkü oryantalizm Batı’nın Doğuya bakışı olduğu kadar bu farklı zihniyetlerin ve yaşam biçimlerinin birbirini algılamalarını, tarif etme biçimlerini de içerir. En kaba tarifiyle bu sahnede hem yaşam biçimini hem zihniyeti hem de koşullanmışlıkları içeren bir çatışmalar bütünüdür. Doğu kimi zaman kaba olandır. Kimi zaman uyumsuz olandır. Çoğunlukla ötekidir. Yabandır. Batılı ise buralı, tehdit altında, sömüren, merkez konumundadır. Batı’nın Doğuya bakışı süreğen, defalarca yeniden üretilebilir ve dinamik bir çatışmadır. Varolan bir geçici uzlaşma da kısa süre içinde başka bir çatışmaya gebe olabilir.
Ritüelin tiyatroya evrilmesinde sekülerleşme ve hayatın sekülerleşmesinin büyük bir etkisi vardır. Doğu tiyatrosunun ritüelin içinde kalması ve hala inançsal bir eylem gibi algılanması ile Batı’da tiyatronun Yunan Tiyatrosu’ndan başlayarak seküler, politik, sivil bir eylem olarak algılanması arasında bir fark vardır. Bugün Batılı anlamda tiyatro diye bir ayrım yapma ihtiyacı duyuyoruz. Ritüelle seküler gösteriyi ayırt etmek için. Doğu’da mimetik bir eylemin, bir ritüelin biletle izlenilmesi mümkün müdür örneğin? Bugün izleniyorsa onun da artık gösterim olduğunu kabullenmemiz gerekir. Örneğin modern tiyatronun Türkiye’de yerleşme aşamalarında tiyatro bir mabeddir ile tiyatro bir mekteb-i edeb, bir mekteb-i ahlaktır eş zamanlı gitmiştir. Kutsallaştırma ve okul işlevi vererek saygınlaştırma. Ben bu ayrıştırmanın kabilenin modernleşmesi ve dinsel etkinin farklılaşarak da olsa sürdüğü toplumlarla modernleşmiş toplumlardaki birey olma ya da olmama durumuyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu eskiden Doğu’yu ilkel olanla birleştirme olarak da algılanırdı. Ama bu bir yanılgıdır. Burada iktisadi, toplumsal, ruhsal, davranışsal olarak farklı bir toplum ve insandan bahsettiğimizi anlayabiliriz sadece. Bu da Doğu ve Batı zihniyeti arasındaki farka işaret eder sadece. Daha değerli daha değersiz olma değil. Farklı olma. E bu farklılaşmanın da modern dünya açısından ilk modellenmesi Antik Yunan toplumunda olmuştur. Ritüelin sekülerleşerek tiyatroya evrilmesi hayatın seküler sivil bir hale gelmesi ile eş zamanlı sayılmalıdır.
Çağdaş Batı Tiyatrosu’ndan fazlasıyla etkilenen Türkiye Tiyatrosu bu bakımdan hangi noktada? Sizce bizim tiyatromuz nasıl bir bakış sunuyor?
Tiyatromuz -geleneksel seyirlik sanatlarımızı bir yana bırakırsak- 19.yüzyılda Batı formunda gelişen bir tiyatrodur. Öncelikle bildiğiniz gibi bir yazınsal tür olarak ilgi çekmiş ve önemli yazarların ürettiği bir alan olarak öne çıkmıştır. Tiyatronun kurumlarıyla birlikte var olabilmesi ise daha uzun bir süreçtir. Bizim tiyatromuz hem biçem bakımından hem de öz açısından köprü bir konumda yer alıyor. Doğulu baktığımız ve Batılı baktığımız anlar da var. Türkiye Tiyatrosu hem biçem açısından bir sentezi getiriyor hem de Doğu-Batı ikilemi açısından farklı bir yerde duruyor. Hem Doğulu hem Batılıyız çünkü. Sakallı Celal’in deyişiyle “Doğuya doğru giden bir geminin içinde Batı’ya doğru” koşuyoruz. Belki tersini de söylemek mümkün.
“Sahnedeki Madun” bir doktora tezine dayanıyor. Bundan sonraki çalışmalarınız hangi minvalde sürdürmeyi planlıyorsunuz? Yeni çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Bu tür soruların cevapları stabil olamaz… Böyle akışkan, geçirgen bir zaman diliminde önceden düşünmek pekâlâ önemli olmakla birlikte süreçte değişkenlikler gösterebilir. Bu konu hakkında, yani oryantalizm odağında bir süre daha çalışmalara devam edebilirim. Sahnedeki Madun’da özel ilgilendiğim Doğulu ve Doğululuk kavramları üzerinden çalışmalar yapmak isterim.
“Hem oyun hem de şiir olarak yazdığım Jiyan adlı bir çalışmam var. Jiyan, ilk olarak kısa oyun metni biçiminde yazıldı ve sahnelendi. Sonra şiir olarak yazdım Rağmen kitabının içinde. Bu benim açımdan, metinlerimle kendime, bir metinlerarasılık deneyim yaşatmaktı. Bir metnin başka bir dile çevrilmesi gibi.”
Biraz da edebiyat konuşalım. Şair kimliğiniz oldukça ön planda. İki kimliğinizin birbiriyle ilişkisini nasıl görüyorsunuz? Hem bir şair olarak sizin hem edebi bir dal olarak şiirin tiyatroyla ilişkisi nasıl etkileniyor bu ikilikten?
Dünyada ve Türkiye’de hem şair hem de oyun yazarı olan çok sayıda sanatçı var. Her iki disiplin birbirinden ziyadesiyle beslenmekte ve birbiriyle etkileşim içerisindedir. Form kullanımlarında, ses arayışlarında, dili eğip bükmede her iki sanatın birbirine kattığı şüphesiz çok şey var. Ancak günün sonunda birkaç husus var dikkat edilecek… Bir şiir baştan aşağı oyun gibi yazılırsa ne olur? Bir oyun metni şiir olarak yazılırsa ne olur? Tiyatronun aradığı oyunsuluk ve çatışma sadece bir şiir yazılarak yapılamayacağı gibi şiir sadece diyalogların alt alta sıralanmasından ibaret olamayacaktır. Her sanatın kendi estetiği içerisinde ona ait özellikleriyle birbirlerinden ayrışırlar da.
Mesela benim hem oyun hem de şiir olarak yazdığım Jiyan adlı bir çalışmam var. Jiyan, ilk olarak kısa oyun metni biçiminde yazıldı ve sahnelendi. Sonra şiir olarak yazdım Rağmen kitabının içinde. Bu benim açımdan, metinlerimle kendime, bir metinlerarasılık deneyim yaşatmaktı. Bir metnin başka bir dile çevrilmesi gibi. Jiyan’la sahneden şiire bir yazım deneyimi yaşadım.