
“Bugün annem öldü ya da dün, bilmiyorum.”
MUSTAFA KARA
İnsan “kayıtsızlık hâli” nedeniyle idam edilir mi? Hayata, dünyaya, çevresinde olan bitene karşı tam bir kayıtsızlık halinden söz ediyoruz. Annesinin ölümüne üzülmemesine, hatta herhangi bir duygu belirtisi göstermemesine şaşırıyoruz ama adamın kendi idamı bile umrunda değil, o derece. Hayatta kalmak için kendini “gerektiği gibi savunma” çabasına bile girmiyor.
Annesini huzurevine yatırmış, öldüğünde herhangi bir duygu belirtisi göstermemiş, cenazesinde ağlayıp dövünmek yerine sütlü kahve içmiş, hiç sıkılmadan flörtüyle sinemanın yolunu tutabilmiş. Üstelik tüm bu davranışların doğallığını “hayasızca” savunuyor. Tüm bu veriler yargılandığı cinayet davasında gündeme geliyor, cinayetin dahi önüne geçiyor, hakkında bir kanı oluşturuyor ve onu kaçınılmaz sona taşıyor. Bu kayıtsız karakterin adı Meursault, karakteri yaratansa Albert Camus.
Evet, Camus’nün “Yabancı”sı Sisifos Tiyatro tarafından sahneye taşınıyor. Uyarlayan ve oynayan Emrah Aytemur, yöneten Özgün Can Karaburun. Emrah Aytemur bir söyleşide “Seyirci sahnede toplumun tüm ahlakına, normlarına yabancılaşmış bir adam görecek. Bu onlara acayip gelecek” diyor ama oyun hakkında yazılan yazıların çoğu “Bize yabancı değil” noktasında. Ben de Atlas Tiyatro Araştırmaları’nın “Yabancı”sı hakkında yazarken “Pek yabancı değil: Burada anlatılan da bizim hikâyemiz” diye atmışım başlığı.
Tuhaf değil mi, oyunun adı “Yabancı”, topluma yabancı bir karakteri anlatıyor ve bu yöntemle aslında toplumu anlatmış oluyor. Anlatılan bizim hikâyemizse neden yabancılıyoruz bu kadar? Bir iki yüzlülük var ama kimde? Yoksa toplum da mı kendine yabancı?
YAŞAMIN VE ÖLÜMÜN ANLAMI
Mersault, “Annenizi neden huzurevine yatırdınız? Annenizi sever miydiniz?” gibi sorulara vermesi beklenen “vicdani” yanıtları vermediği için hayrete düşüyoruz. Bu sadece annesiyle ilgili bir sorun değil, bir çocukluk travması falan hiç değil. Hayata dair bir boşluk hissi yaşıyor, anlamı arıyor ama bulamıyor. İşte onu “annesinin cenazesinde ağlamadığı için idama götüren” hikâye böyle başlıyor.
Albert Camus’nün bize sorduğu soru, yüzleşmemizi istediği gerçek çok karmaşık değil aslında: Hangisi bizim gerçeğimiz, hangisi bize yabancı? Cenazede dökülen sahte gözyaşları mı gerçek? Hayatın anlamsızlığı duygusu mu bize yabancı? Sevilmesi gerektiği için sevilen bir anne, ağlanması gerektiği için ağlanan bir cenaze mi varoluşun o hep aradığımız büyük sırrı? Oyunda eller üstünde yükselen İncil ya da haç buna yanıt verebilir mi? En ağır işkenceler, cezalar yanıtı verir mi? Mersault’yu, Emrah’ı boşver; izleyici sen neresindesin bu sırrın?
Albert Camus’nün dönem dönem pasifist tutumu bilindiğinden oyun karakteri ile arasında bağ kurulabilir, bu karakterlerle varoluş sorunlarına yanıt verdiği düşünülebilir. Düşünülmesin. 1942’de yayınlanıyor “Yabancı”. Paris’in ve Avrupa’nın büyük bölümünün faşist işgal altında olduğu yıllarda. Modern toplumun yabancılaşmış halini görünür kılarken, faşizme karşı direnişin içinde, bir direniş gazetesinin başında Albert Camus. 1930’larda Komünist Parti’ye girip sonra kovulsa ve pasifist fikirlerle anılsa da, 1941’de komünist gazeteci Gabreil Peri’nin gözlerinin önünde katledilmesinin ardından değişiyor. İşte Camus’nün bir pasifistten bir direnişçiye dönüştüğü günlerde yazdığı, yayınladığı bir roman “Yabancı”. Hiç de öyle kayıtsızlığı, vurdumduymazlığı, umursamazlığı öğütleyen bir yerde değil yani. Anlam biraz daha derinlerde.
Keder ve mutluluğu, ölüm ve yaşamı, karanlık ve aydınlığı bir arada düşünen Camus’nün dualizmi, insanın ölümlü olduğu gerçeğini kabullenen, hayatı ise reddetmeyi değil yaşamayı öngören bir yerde duruyor. Bir çelişki var gibi evet ama “samimiyetsizlik ve iki yüzlülük” kadar büyük değil. Bu absürt metnin bize söylediği biraz da bu.
KALABALIK BİR TEK KİŞİLİK OYUN
Sahnede Mersault başta olmak üzere 11 ayrı karakteri canlandıran Emrah Aytemur’un oyunculuğu, karakterdeki kayıtsızlığı tek düze bir halden çıkarıp karmaşık bir zihin dünyasıyla birlikte ele alıyor. Mersault’nun yemek, sigara ve ateş ile kurduğu münasebetin, işkenceye maruz kalma hallerinin ve hatta nefes alışverişlerinin toplamından sadece duygularla değil, topyekün varoluşla derdi olduğu açık seçik anlaşılıyor. Bedeni kayıtsızlık ve tepkisizlik halini oynarken, ruhunda yaşanan içsel gerilimleri yüzünde belirginleştirmeden izleyiciye göstermeyi başarıyor. Asıl çatışma çok derinlerde. Anlatılan şey kocaman bir boşluk! Böylesi bir anlam boşluğu nasıl gösterilir ki? Ancak böyle…
Oyunun yönetmeni Özgür Can Karaburun, kalabalık bir hikâye anlatan oyunu tek kişilik olarak kurgularken, duygu geçişlerinin yanı sıra 13 ayrı oyuncunun yer aldığı videolar eklemiş. Oyunun video tasarımı Berna Sitera Değirmen, Fatih Değirmen, Faik Onur Acar ve Lütfican Umut’un imzalarını taşıyor. Bir masa ve üzerindeki aksesuarlar ile bir sandalye ve bir su kovasından ibaret dekorunu derinleştiren bir hamle bu. Farklı insanların duvara yansıyan görüntüleri ve sözleri, mesajı güçlendiriyor. Emrah Aytemur’un oynadığı 11 karakter de eklenince aslında epey kalabalık bir sahne var bu tek kişilik oyunda. Ağır bir metni; suça, topluma ve varoluşa dair felsefi bir tartışmayı 70 dakika boyunca soluksuz izleten unsurlardan biri de bu olmalı.
“Yabancı” üç yılı aşkın zamandır sahnelerde, bir fırsatını bulup izleyin mutlaka. Yeni sorular sormak iyidir, yanıt bulmak şart değil.
* “Yabancı”, 15 Kasım akşamı Claphall’de olacak. Biletler BiletiniAl’da.
“Yabancı”, Sisifos Tiyatro
Yazan: Albert Camus
Çeviren: Samih Tiryakioğlu
Uyarlayan ve Oynayan: Emrah Aytemur
Yöneten: Özgün Can Karaburun
Yapım Koordinatörü: Yiğit Selvi
Işık Tasarımı: Armanç Toktaş
Müzik: Kıvanç Kürkcü
Video Tasarımı: Berna Sitera Değirmen, Fatih Değirmen, Faik Onur Acar, Lütfican Umut
Yönetmen Yardımcıları: Esengül Pişiren, Armanç Toktaş
Reji Asistanı: Tuğçe Enginbağ
Konuk Video Oyuncuları: Aşkın Şenol, Bahtiyar Engin, Cengiz Demirbakan, Ecem
Gündoğan, Ender Gözü, Mustafa Kırantepe, Nesrin Yücel, Orçun Ertaman, Özgün Can
Karaburun, Selçuk Karaca, Sermet Yeşil, Süleyman Karaahmet, Yiğit Selvi