Modern bir Vanya Dayı uyarlaması: Yaşayacağız Vanya Dayı!
DİLAN AYDEMİR
2023’ün sonlarına doğru Duke of York’s Theatre, Rus oyun yazarı Anton Çehov’un 1897 yılında yayımlanan “Vanya Dayı” oyunuyla prömiyer yaptığı zaman, ne yalan söyleyeyim önyargılıydım. Oyunun evrenselliği, 19. yüzyıl’da yazılmış olmasına rağmen zamansız oluşu, günümüzde de en çok bilinen oyunlardan biri olması bir tarafa, oyun içerisinde yazıldığı dönemi ve coğrafyayı, bir tiyatro bölümü öğrencisi olarak, defalarca derinlemesine analiz ettiğim ve edebileceğim çok önemli kültürel kodlar barındırıyor.
Kökleri çok eskilere dayanan İngiliz (hatta Büyük Britanya) ve Rus tiyatrolarının tiyatro sanatına dair yaklaşımları geçmişten günümüze elbette büyük farklılıklar taşıyor. Bahsettiğim önyargının temelini en çok bu durum oluşturuyordu. Ancak metnin uyarlama olarak sahneleneceğini göz önünde bulundurmam ve sevdiğim bir oyunu beyazperdede, özellikle Andrew Scott performansıyla izleyecek olmam, önyargımı biraz geri plana atmama sebep oldu. İngiltere’de sahnelenen oyunların beyazperdeye uyarlanmış versiyonlarını özellikle pandemi sürecinden bu yana National Theatre Live adı altında yayınlanmasıyla sıkça takip etmeye çalışıyorum. Daha öncesinde tiyatro sineması izlememiş olanlara da bu özel deneyimi kaçırmamalarını öneririm.
“Vanya Dayı” Çehov’un önemli oyunlarından biri, 19. Yüzyıl’ın sonlarında Çarlık Rusya’sının durumunu, devrimden öncesini, değişmekte olan siyasal sistemin ve sınıfsal değerlerin toplumda yarattığı çelişkileri, bir çiftlik evi yaşantısından bize aktarıyor. Çiftlik evinde yaşayan karakterleri ve yaşanan olayları Andrew Scott’ın tek kişilik performansıyla izliyoruz. Performansıyla arşa çıkardığı bir hikâyeyi izliyoruz desem daha doğru olur tabii. “Vanya Dayı” oyunundan uyarlansa da proje, yer yer bana başka bir hikâyeyi izliyormuşum hissi yaşattı. Bunda uyarlama olmasının etkisi büyük ve de İngiliz yapımı olmasının tabii. İngilizlerin dünyayı algılayış ve yaşayış biçimleri öylesine farklı ki, herhangi bir malzemeyi kendilerine uyarlamak konusunda üstlerine tanımıyorum. Böyle hissetmemin bir nedeni de oyun çevirisinde alışageldiğimiz “Vanya Dayı” yerine, “Vanya Amca” kullanılması olabilir. Açıkçası bu durum, tamamen bir çeviri tercihi mi, yoksa hikâyenin anlatılış şeklinden mi kaynaklı bir tercih mi, o da pek anlaşılmıyor.
“Vanya Dayı” uyarlaması olan “Vanya” oyunu, deneysel olarak adlandırılabilecek bir oyun ve eğer metni okumadıysanız da rahatlıkla izlenebilir ama Andrew Scott çok fazla karakteri canlandırdığı için, bir karışıklık yaşamamak adına öncesinde okumak faydalı olacaktır. Oyunun tek kişilik olarak uyarlanması günümüz minimalizm anlayışına elbette çok uygun, sahne düzeni ve dekor kullanımı da aynı şekilde bu minimalizmden nasibini alıyor.
Oyunculuğu fazlasıyla öne çıkardığı için bu yöntemin tercih edilmesi şaşırtıcı olmasa da, Çehov’un büyük oyunlarından en büyüğü denebilecek “Vanya Dayı” için yeterli olup olmadığı konusunda tereddütlüyüm. İnsan, “Acaba Bolşoy Tiyatrosu’nda izlesem nasıl olurdu” diye düşünmeden edemiyor, kim bilir belki de oyunu Konstantin Sergeyevic Alekseyev Stanislavski yönetiyordur! Ancak Andrew Scott’ın arşa değen ama bir o kadar da minimal olan oyunculuğu o kadar göz doldurdu ki, oyun için kesinlikle nokta atışı olduğunu düşünüyorum. Bırakalım Bolşoy Tiyatrosu’nu, Royal Albert Hall içinde onu izlesem bile yeterli olurdu (hayaller, hayatlar). Çok sahici, çok samimi, çok güçlü, çok yetenekli, çok karizmatik… Çok… Çok… İnsan hayret ediyor!
Anton Çehov tarafından söylenen, günümüzde de geçerliliğini koruyan ve dramatik anlatımda en çok başvurulan Çehov kanunu şöyle der: “Bir sahnede silah görünüyorsa o silah mutlaka patlar.” Ancak Çehov’u ve yazdığı oyunları bu denli büyük yapan şey sahnede görünen silahı patlatması değil aksine, trajikomik bir şekilde karakterlerinin başına getirdiği olaylar. Trajik olan aynı zamanda komik de oluyor onun bize aktardığı haliyle, silah patlıyor ama ıskalayabiliyor da, kaderin ya da kurgu tanrısının cilvesiyle.
“Vanya”, Çehov’un yazdığı dönemin ve coğrafyanın kültürel kodlarını pek yansıtmıyor. Bu modern uyarlama bana “farklı bir oyun izliyormuşum” hissi verirken, bu kültürel kodlar adına sahnede sadece votka görmek Rusya’yı çağrıştırma adına yeterli olmamış. Uyarlayan Simon Stephens ve yöneten Sam Yates yeterli görmüş olacak. Kültürel kodlarla ilgili ilginç bir gözlemim de Ankara’da izlediğim sinema salonunda çıt çıkmazken, kayıttaki İngiliz seyircilerin hemen her şeye kahkaha atmalarıydı. Galiba kültürel farklılıklar en çok sanat yapıtında ve ona tepkilerde kendini gösteriyor.
Yazıyı toparlayacak olursam, genel olarak “Vanya” deneyimim olumluydu ve izlediğim için kendimi şanslı hissediyorum. Umarım National Theatre Live sayesinde başka oyunları da izleme ve farklı kültürel kodlar üzerine düşünme fırsatımız olur.