Anadolu Arapları kimlerdir? Nerede yaşıyorlar, ne istiyorlar?
Araplar, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya, Körfez’den Anadolu’ya uzanan geniş bir coğrafyada yaşıyorlar. Kültürleri yaşadıkları coğrafyaya ve komşu halklara göre özgünlükler de içeren Araplar, Türkiye sınırlarındaki en köklü ve kalabalık halklardan biri…
Nusayri Araplar ile birlikte Türkiye’de 2 milyon 600 bin Arap yaşıyor. Çukurova, Mardin, Urfa, Siirt en kalabalık oldukları yerler. Bazı Arap dernekleri sayının 7 milyon civarında olduğunu da söylüyor. Bir buçuk milyon civarı olduğunu söyleyenler de var. Diğer halklarda olduğu gibi kesin bir sayıya ulaşmak, malum politikalar nedeniyle çok zor. Elbette, bu rakamlara son yıllarda Suriye’den sığınmacı olarak gelen 2 milyona yakın Arap dahil değil.
Türkiye Araplarının büyük çoğunluğu müslüman, 18 bin civarında da Hıristiyan Arap var. Müslüman Arapların çoğu Sünni, ancak özellikle Hatay, Adana ve Mersin Araplarının çoğunluğu Nusayri, bir başka deyişle Arap Alevisi. Türkiye Araplarının bir bölümü fetihler ve göçlerle bu topraklara gelen Araplardan oluşurken; bir bölümü de sonradan kültürel ve dinsel olarak Araplaşmış “müsta’rebe” Arapları…
Hatay ve Çukurova’da yaşayan Araplar Levant Arapçası; diğer bölgelerdekiler ise ağırlıkla Kuzey Mezopotamya Arapçası konuşuyorlar. Arapça Türkiye’de eğitimde yaygın olan bir dil. Ancak, ağırlıkla Kuran arapçası öğretildiğinden Arap kültürünün gelişimi açısından yeterli bulunmuyor. Geniş bir sözcük hazinesine sahip Arapça, Türkiye’de günlük hayatta daha çok 3-5 bin kelimelik bir sınırlılıkta konuşuluyor. Dini ağırlıklı Arapça eğitiminin de Arapçanın gelişimine, kökleşmesine fayda sağladığını söylemek zor.
Arap adının geçtiği bilinen ilk kaynak Asur tabletleri. Asurlular, Arabistan yarımadasındaki çöllerde göçebe yaşayan topluluklara Arabaya diyordu. İslam inanışına göre de; İbrahim peygamberin iki oğlundan İsmail’in soyundan gelenler Araplar, İshak’ın soyundan gelenler ise İsrailoğulları’nı oluşturmuş. Araplar tarihte bazı küçük devletler kursalar da İslamiyete kadar daha çok kabileler halinde yaşayan bir topluluk oldular. İslam Devleti dönemi hariç güçlü devletleri olmamış; 400 yıl Osmanlı hakimiyeti; sonra kısa süreli sömürgeliğin ardından şimdi irili ufaklı pek çok devletleri bulunuyor.
Osmanlı’nın son dönemindeki Türkçü politikalara kadar Arapların devletle pek bir sorunu olmadı. Devletin de Araplarla… 1. Dünya Savaşı sonrası Arap bölgeleri ayrılınca, Türkiye’deki Araplar da benzer bir çizgi izlediler. Ciddi boyutlarda baskıcı uygulamalara maruz kalsalar da, devlet ile karşı karşıya gelmeyen, uyumlu bir halk görüntüsü verdiler. Arap kimliğini korumaya çalışsalar da, devletin resmi kimliğine de bir direniş göstermediler. Ortak din burada özel bir işlev üstlendi. Yine de bunun bir tercih değil, bir zorunluluk olarak yaşadığını söylemekte fayda var.
Cumhuriyet ilk yıllardan “büyük savaşta arkadan vuran Arap” imajını sıklıkla kullandı. Türkçe’de Araplara dönük ayrımcı sözlerin, hakaret içeren deyimlerin çokluğu düşünüldüğünde bu ayrımcılığın boyutları da açığa çıkıyor.
Sayıları 5 bini bulan Ortodoks Araplar, dini örgütlenme açısından Suriye sınırları içindeki farklı metropolitliklere bağlı. Tümünün bağlı olduğu yer ise Şam’daki Antakya Rum Ortodoks Patrikliği. Çünkü Türkiye, Ortodoks Araplar’ı resmi olarak “Rum” sayıyor; nüfusa öyle kaydettiriyor.
Suriye sınırında yer alan ve nüfusun üçte birini Arapların oluşturduğu Altınözü’nde Arap Ortodoksların bir köyü var. Tokaçlı Köyü, Türkiye’nin tek Arap Ortodoks köyü olma özelliğine sahip. Köyün eski adı “Jneydo” Arapçada cennet anlamına geliyor. 750 nüfuslu köyde, tarihi Meryem Ana Kilisesi de yer alıyor.
Türkiye’de yaşayan Arapların önemli bir bölümü Arap Alevisi. Farklı rakamlar verilmekle birlikte sayılarının 1 milyona yakın olduğu ifade ediliyor. Nusayri inancından gelen Arap Alevileri, son yıllardaki politik gelişmelerin de etkisiyle kültürlerine daha bir sıkı sarılıyorlar. Geçmiş dönemlerdeki içe kapanmanın aksine, taleplerini açıkça ifade etmenin olanaklarını arıyor, bir araya gelişler artıyor.
Hatay ve çevresinde sınırın iki yanında yoğun olarak yaşayan Nusayrilerin köklerine ilişkin bazı farklı fikirler olsa da ezici çoğunluğu kendini “Arap Alevisi” olarak tanımlıyor. İnançsal ayrılık noktalarını Gadir Hum ve Kerbela olayına; Batıni felsefesine uygun olarak Aleviliği ise dünyanın yaratıldığı döneme dayandırıyorlar. Kendilerini “Ali’nin sırrına erenler” olarak görüyorlar ve Hz. Ali’yi bir halifeden çok daha fazlası olarak yorumluyorlar. Kültürlerinde diğer Batıni inaç sistemleri gibi “sır” kavramının özel bir yeri var. Bu durumun bir nedeni de elbette tarih boyunca inançları dolayısıyla gördükleri zulüm. Arap Aleviliği, özü itibariyle bazı benzerlikler taşısa da, tarihi ve inanç sistemi itibariyle Anadolu Aleviliği ile aynı kökten gelmiyor ve ciddi farklılıklara da sahip. Hz. Ali’ye yaklaşımda da farklılıklar öne çıkıyor. Dedelik kurumuna benzer bir kuruma sahip olan Nusayrilerde tıpkı Anadolu Aleviliği gibi “şeyh”lerin Muhammed’in soyundan geldiğine inanılır. Babadan oğula geçen bu makamda, halkın bilmediği bası “sırlar” da kuşaktan kuşağa aktarılır. Amcalık kurumu da, inanışın kuşaktan kuşağa aktarılması için özel bir yere sahip.
Nusayri inancında evrenin görüntüsü olan gökyüzünün de özel bir yeri var. Önemli kişileri gök cisimleri ile özdeşleştiren Nusayri inancında üç önemli figür Ali, Muhammed ve Selman, güneş, ay ve gökyüzüyle sembolize edilir. Gökteki gibi yeryüzünde de yıldızlar olduğuna inanan Nusayriler, önemli kişilerin taşıdığı olumlu değerleri böyle simgeler. Nusayriler “tenasüh”e, yani nurun tecellisine de inanırlar. Yeniden doğuş inancında ruhlar yeniden yeniden dünyaya gelirler ve önceki hayatlarındaki tutumlarına göre yeni hayatlarında ödül ya da cezaya maruz kalabilirler. Hatay bölgesinde reenkarnasyon vakalarının sıklıkla görülmesi de bu inanıştan kaynaklanır.
Nusayri ismi, ehlibeyt inancının 11. imamı Hasan Askeri’nin yakın bir adamı olan Muhammed bin Nusayr’dan geliyor. Nusayr sonrasında Şiilerin çeşitli iftiralarla suçladığı bir isim oldu. 873 yılında ölümünden sonra Şiilerin ağır suçlamalar yöneltmesiyle ardından gelenler farklı bir yol izlediler. 17 Iraklı, 17 Suriyeli ve 17 diğer kavimlerden 51 müridi Nusayriliğin yayılmasını sağladı. Haçlı Seferleri ve Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi dönüşü Halep’te iki büyük katliama uğradıklarına inanan Nusayriler, sonrasında da bölgede hakimiyet kuran imparatorlukların gadrine uğradılar. Yaşadıkları pek çok kenti terk etmek zorunda kaldılar, sonunda Lazkiye’den Mersin’e uzanan ormanlarla kaplı coğrafyaya sığındılar. Arapların onlar için kullandığı çiftçi anlamındaki “Fellah” sözü da buralarda tarım ile uğraşmalarından gelir.
Arap Alevilerinin inanışlarından gelen pek çok dini gün ve bayramı da vardır. En kutsal gün sayılan Gadir Bayramı’nın yanı sıra, Kurban, Ramazan, Mübahale, Feraş, Nevruz Bayramı, Nübüvvet gibi pek çok bayram; Berat, Miraç gibi kandiller ile önemli kişilerin doğumgünlerinin kutlandığı pek çok özel gün de bulunur. Aşure Günü’nün de Nusayri inanışında özel bir yere sahiptir.. 30 Mart’ta kutlanan Yumurta Bayramı ve 14 Temmuz’da kutlanan Evvel Temmuz bayramları gibi kendilerine has bayramları da vardır.
Türkiye’de yaşayan Sünni Araplar ise daha çok Urfa, Mardin, Siirt gibi şehirlerde yoğunlaşmış durumda. Viranşehir, yani Korunşar Arapları bir dönem nüfusun üçte ikisinden fazlaydı. Şimdilerde kentin yarısına kadar geriledi. Ancak hala çoğu köyde Arap nüfus oranı ciddi boyutlarda. Daha çok tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorlar, farklı bölgelerde tarım işçiliği yapıyorlar. Doğu kentlerinin Cumhuriyet dönemi boyunca çektiği yoksulluk derdi Arap nüfusun da en büyük derdi oldu. Bugün de tablo değişmiş değil. Harran da Arapların yoğun yaşadığı ilçelerden ve “dünyanın ilk üniversitesi”ne ev sahipliği yapan kadim bir kent.
Halklar mozaiği Mardin de Araplar için de önemli bir şehir. Mardin’de de nüfusun önemli bölümünü Araplar oluşturuyor. En yoğun oldukları yer Mardin merkez; ayrıca Midyat, Ömerli, Savur, Yeşilli ilçelerinde de ciddi bir nüfusa sahipler. Ayrıca, büyük kentlere de epey göç vermişler. Mardin Arapları dillerini Arap alfabesiyle değil, Latin alfabesiyle ifade ediyorlar, ama daha çok sözlü kültür hakim. Mardin ve çevresinde yaşayan Araplara “mıhellemi” de denir.
Mıhellemi Arapları, ağırlıkla Şafii mezhebine bağlıdırlar. Sayılarının 800 bin civarı olduğu söylenir. Tarihlerine ilişkin farklı tezler ileri sürülür. Bir teze göre; Arapların “beni hilal” kabilesinden gelirler, bir başka teze göre Harun Reşid döneminde oluşturulan köylerde yaşayan “Türk-Arap karışımı” bir soydur… Bir görüşe göre ise, Hıristiyanlıktan ayrılan Kürt ve Arapların oluşturduğu bir Arap koludur. Süryani kaynakları ise mıhellemi Arapları 400 yıl kadar önce siyasi nedenlerle Müslümanlaşmış Süryaniler olduğunu söyler. Ancak ağırlıklı ve doğruya yakın olan görüş, Kuran Arapçasına yakın bir Arapça konuşan Mıhellemilerin “Beni Hilal” Araplarından geldiği yönündedir. Bu tezi savunanlar, Afrika’daki bazı Arap kabilelerinin de aynı lehçeyi konuştuğunu söylerler.
Farklı din ve mezheplerden gelseler de Türkiye Arapları, hem Mezopotamya’nın diğer halklarıyla, hem de dünyanın başka yerlerindeki Araplar ile ortak bir geçmişe sahiptir. Anadolu halklarının ortak özelliği sayılan dayanışma, konukseverler gibi özellikler Arap kültürünü de belirler. İslam eliyle diğer komşu halklara da yayıdığından Arap kültürü, diğer Anadolu halklarına çok benzer.
Mezopotamya’nın kadim halklarından biri olan Araplar, tüm farklılıklarına rağmen dillerine, kültürlerine dair talepleriyle Anadolu halklarının ayrılmaz bir parçası…