Bahai tarihi 1844’te Seyid Ali Muhammed’in 23 Mayıs 1844’te “yeni bir çağın gelmekte olduğunu ve yeni bir peygamberin geleceğini ilan etmesi” ile başlıyor. “Bab” lakaplı Seyid Ali Muhammed 1850’de Tebriz’de kurşuna diziliyor, Babiler büyük baskılara, işkencelere maruz kalıyor. Sonunda Osmanlı’nın onayıyla Bağdat’a sürgün ediliyorlar. Bahailiğin kurucusu Bahaullah lakaplı Mirza Hüseyin Ali, 21 Nisan 1863’te Bağdat’ta peygamberliğini ilan ediyor. Dünyanın artık tek bir vatan olduğunu, insanların artık savaş yapmayı öğrenmeyeceklerini bildirerek, Bahailiğin ilkelerini açıklıyor.
Bahailer, Osmanlı topraklarında ciddi bir baskı görmüyorlar, ancak sıklıkla sürgünlere maruz kalıyorlar. Sık sık maruz kaldıkları ve kervanlar halinde bu sürgünler, gittikleri ve geçtikleri yerlerde yerel Bahai toplulukları oluşturmalarına olanak tanıyor. Farklı kentlerdeki bu küçük topluluklar bugün de faal biçimde varlıklarını sürdürüyor.
Bahai toplumunun en yüksek mercii Umumi Adalet Evi denilen 9 kişilik bir aza heyeti. Milli Ruhani Mahfiller ise her ülkede seçimle belirlenen 9 kişilik bir heyet. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de Bahai toplumu seçimle göreve gelen ve 9 kişilik bir Mahfil tarafından yönetiliyor. Ayrıca herhangi bir bölgede 9’dan fazla Bahai varsa, bunlar da kendi aralarında 9 kişilik bir Mahalli Ruhani Mahfil seçiyorlar.
Bugün Bahailiğin merkezi, Osmanlı dönemi sürgün edildikleri İsrail’in Hayfa kentinde. Bahailerin peygamberi Bahaullah’ın türbesi de burada bulunuyor. Bahai Dünya Merkezi’nde çeşitli sürelerle hizmet etmek için dört bir yanından gelen 600 civarında Bahai bulunuyor. Hayfa’nın yanı sıra Osmanlı dönemi sürgün edildikleri Akka da Bahailerin önemli merkezlerinden.
Bahailerin dünyanın pek çok yerinde de ibadethaneleri ve mensupları var. İlk tapınaklarını 1908 yılında Aşkabat’ta hastane, okul, hotel gibi unsurlarla bir kompleks olarak inşa eden Bahailer, bugün 7 kıtada birer tapınağa sahip. 1938’de Sovyetler tarafından kapatılan ilk tapınakları ise daha sonra bir depremle yıkıldı. Bahai tapınaklarında dini ayin yapılmaz, dua ve tefekkür için kullanılır. Tapınaklar sadece Bahailere değil her inançtan insana açık. Bahailik, devlete itaati öngören, siyasete katılımı yasaklayan bir inanç sistemi. Mensuplarına herkesle iyi geçinmelerini, bulundukları devletin düzenine uyum sağlamalarını tavsiye ediyor.
Dini kuralların yer aldığı kutsal kitapları Kitab-ı Akdes’te, semavi dinlerin kutsal kitaplarının açıklamaları ve tefsirleri de yer alıyor. Dua, namaz ve oruç gibi ibadetleri olan Bahailer, ibadetlerini toplu değil, bireysel bir tapınma olarak gerçekleştiriyorlar. Bahailer el ve yüzlerini yıkadıkları abdestin ardından üç farklı namaz kılıyorlar. Büyük Namaz’ın özel bir zamanı yok, günde sadece bir defa kılınıyor. Orta namaz sabah, öğle ve akşam; küçük namaz ise öğle üzeri kılınıyor. Yolcu ve hastalar ise bir defa secde edip dua okudukları Kaza Namazı kılıyorlar.
Bahailik, bir yılı 19 günden oluşan 19 aya bölüyor ve artık 4 günü “mülk ayı” dedikleri Şubat ayına ekliyor. Takvim, 21 Mart’ta yani Newroz’da başlıyor. Yılbaşı olan 21 Mart’tan önceki Ala ayında ise oruç tutuluyor. İslamiyetten farklı olarak faizi açıkça helal kılan Bahailik, savaşı ve cihadı ise kesinlikle yasaklıyor.
Bahailik, kaynağını Mehdi inancından alsa da, “ırk, sınıf, din” gibi ayrımları reddeden, “dünya vatandaşlığı” öneren özgün bir inanç sistemi. Bahailer sadece dünya barışını istemekle kalmıyor, aynı zamanda bunun kaçınılmaz olduğuna inanıyor. Mesele, insanlığın büyük acılardan sonra mı bu fikre ulaşacağı, yoksa bu fikirle mi dünya barışının sağlanacağı… Sınıfsal ayrımların azalması, kadın erkek eşitliğinin sağlanması da Bahailerin inanç sisteminde yerini buluyor.
Bahailerde ibadetten çok ahlakın ön planda olduğunu söylesek yanlış olmaz. Özellikle de toplum ahlakı… Hangi inançtan, soydan olursa olsun insanların dayanışması, yardımseverlik Bahailer için zorunluluk. Bencillik düşmanı bir inanç Bahailik. Tutuculuğa, radikalizme de düşman. İnsanın “kıymetli mücehverlerle dolu bir maden” olduğuna inanıyorlar ve bunları görünür kılmak için eğitimin, ama her anlamda eğitimin gerektiğini söylüyorlar. İnsani değerlere yaklaştıracak bütünlüklü bir eğitimi öngörüyorlar.