Hangi halkın tarihine baksan, bir büyük sürgün, bir büyük göç… Yerinden yurdundan edilmişlik hali… Sefarad, yani İspanya Yahudileri de öyle. Çok eski bir göç hikâyesi onlarınki… ‘Vatansızlık’ gibi; bitmek bilmeyen bir göç. 1492 yılında İspanya topraklarından sürülen Musevilerin bugüne uzanan adı: Sefarad. Yahudilerin, anadillerinde İspanya’ya verdikleri addır Sefarad.
Sadece İspanya değil, Portekiz, İtalya, Kuzey Afrika, Türkiye, Ege Adaları ve Balkan musevilerinin büyük bölümü de bu adla anılıyor. Bugün artık Aşkenaz olmayan tüm Yahudilere verilen ortak ada dönüşmüş Sefarad. Bugün Türkiye’de yaşayan 25 bin Yahudinin 24 bini Sefarad Yahudisi. İspanya Yahudileri İberik Yarımadası’na ilk olarak, 31 Mart 1492’de çıkarılan ferman ile başlayan büyük göçten 2 bin yıl önce yerleşmişlerdi. Kitlesel göçleri ise Milattan Sonra 1. ve 2. yüzyıllarda oldu. Paganlar, Hıristiyanlar, Müslümanlar ile etkileşim içinde 2 bin yıl yaşadılar. Ortaçağ Avrupası’nın karanlık Engizisyon döneminin İspanya’yı Müslümanlardan ve Yahudiler’den temizleme politikasının sonucu olarak da dünyanın dört bir yanına sürüldüler. Ya dinlerinden vazgeçip Katolik olacaklardı ya da 2 bin yıldır yaşadıkları toprakları bırakıp gideceklerdi. Önemli bölümü o dönem hızla genişlemekte olan Osmanlı topraklarına göç etti.
Tarihçiler, o dönemde 300 bin Sefarad Yahudisinin göçe mecbur bırakıldığını ve bunların en az yarısının Osmanlı topraklarına yerleştiğini yazar. Elbette, Osmanlı’ya gelen Yahudiler sadece İspanya’dan göç edenlerden oluşmuyor. Avrupa’da baskıya uğrayan pek çok Yahudi, daha sonraki dönemlerde padişahların kolaylaştırıcı çağrılarıyla Osmanlı topraklarında göç ettiler. Rusya’da Yahudilere yönelik saldırılar artınca oradan da göçler yaşandı. Bu göçlerle gelenler ağırlıkla Aşkenaz yahudileriydi. Yahudiler için nasıl ki Sefarad İspanya demekse, Aşkenaz da Almanya demek ve bugün dünya üzerindeki Yahudilerin çok büyük bölümü bu iki topluluktan oluşuyor.
Büyük göç ile gelen Sefarad Yahudileri, elbette bu topraklardaki ilk Yahudiler değildi. Ege’deki kazılarda varlıklarının Milattan Önce 4. yüzyıla kadar uzandığı görülür. Tarihçiler, Aristo’nun “Ön Asya gezilerinde Yahudilerle görüş alış verişinde bulunduğunu” yazar. Ege’deki pek çok antik kentin yanı sıra, Bursa, Ankara ve Kürt illerinde de eski çağ Yahudi yerleşimlerinin izlenir vardır. Doğu Roma ve Bizans Yahudileri, Romaniot adıyla bilinir. Romaniotlar, Osmanlı döneminde de varlıklarını sürdürdüler. Orhan Gazi fethettiği Bursa’da “Hayat Ağacı” adıyla bir sinagog yapılmasına izin verdi ve bu sinagog; 1940’lı yıllara kadar faaliyetini sürdürdü. Seferad sürgününe kadar pek çok küçük grup da Osmanlı topraklarına göç etti. 14. yüzyılda baskılardan kaçan, Macaristan ve Fransa’dan kovulan Yahudiler Osmanlı başkenti Edirne’ye sığındılar. Yahudi cemaati, yüzyıllar boyu Edirne’de varlığını sürdürdü. Sonrasında, Sicilya, Bavyera ve Selanik Yahudileri de bu topraklara göç ettiler. 1454’de Edirne Başhahamı İsak Sarfati, Avrupalı Yahudi cemaatlerine mektup yazarak, “Osmanlı ülkesine gelip huzur bulmaya” çağırdı. Bir başka Yahudi topluluğu ise Kırım’dan İstanbul’a göç eden Karaimler… İstanbul’un ünlü semtlerinden Karaköy’ün adının da buraya yerleşen Karaim’lerden geldiği söylenir.
Yahudiler, bilgi, birikimleri ve meslek erbabı olmaları nedeniyle kısa sürece önemli mevkilere gelmeyi başardılar. Örneğin, İspanya’dan gelirken matbaacılık bilgisini de beraberinde getiren Sefarad’lar; İstanbul’a gelir gelmez Osmanlı’nın ilk basımevini kurdular. Pek çok Sefarad Yahudisi, Osmanlı sarayında hekim olarak çalıştı. Başta dokumacılık, dericilik ve şarapçılıkta büyük şirketler kuran Sefarad Yahudileri, Akdeniz’deki deniz ticaretinin de önemli bölümünü uzun yıllar üstlendiler. Bankerlik faaliyetinde de Osmanlı devletine borç verecek kadar gelişkindiler. Sefarad Yahudilerinin ekonomik faaliyetleri özellikle İstanbul, Selanik ve İzmir’de yoğunlaşıyordu.
Yahudilerin Türkiye’nin kültür ve bilim dünyasına önemli bir katkısı da İkinci Dünya savaşı yıllarında oldu. Nazilerin yürüttüğü Yahudi soykırımından kaçan pek çok Yahudi bilim ve sanat insanı Türkiye’ye göç etti. Nazilerden kaçan Yahudiler, operadan baleye, üniversitelerden sanat kurumlarına pek çok alanda izleri bugünlere uzanan önemli görevler üstlendiler.
Türkiye Yahudilerinin büyük bölümü İsrail kuruluş sürecinde, aynı dönemde Türkiye’de de baskı arttığı için İsrail’e göç ettiler. Varlık Vergisi uygulaması Yahudileri de ciddi biçimde etkiledi ve bir kısmı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 6-7 Eylül saldırıları doğrudan Yahudileri hedeflemese de, Yahudi cemaati ciddi zarar gördü. Yahudilere ait 4000 dükan ve 1000 ev yok edildi. 10 bin Yahudi, 6-7 Eylül’ün hemen ardından Türkiye’yi terk etti. Filistin sorununa paralel Yahudi düşmanlığının artış göstermesi ile birlikte Türkiye’den göç eğilimi belirgin biçimde arttı. 1980 darbesi sonrasında da göçler yaşandı. İsrail’de halen 100’den binden fazla Türkiyeli Yahudi bulunduğu söyleniyor.
Bugün Türkiye Yahudilerinin çoğunluğu İstanbul’da yaşıyor. İzmir’de de ciddi bir nüfusları var. Adana, Ankara, Bursa, Kırklareli gibi kentlerde de Yahudi cemaatleri bulunuyor. Son yıllarda biraz daha açık bir çizgi izleseler de, Yahudiler “düşmanlık”tan korunmak için genellikle kendilerini ve Yahudi kimliklerini gizlemeyi tercih ediyorlar. Özellikle ticari hayata bu gizleme kendini daha yoğun gösteriyor. Çoğunluğu Sefarad Yahudilerinden oluşan Türkiye Yahudi toplumu bugün Hahambaşı liderliğinde etkili bir cemaat yaşamı sürdürüyor. Yahudi cemaati; okul, hastane, ihtiyarlar yurtları ve çeşitli yardım kurumlarına sahip. Türkiye’de halen faal durumda olan yirmiden fazla sinagog da bulunuyor. Bu topraklara matbaayı getiren Yahudilerin, çok uzun süredir çıkan haftalım Şalom gazetesi ve çok sayıda aylık dergileri de var.
Sefarad Yahudileri, Osmanlının çok kültürlü yapısı içinde Türkler, Rumlar, Ermeniler ve diğer halklarla etkileşim halinde yaşadılar. Bu kültürel birikimi İspanya’da biriktirdikleri ile birleştirince ortaya müziğinden mutfağına, dilinden edebiyatına muazzam bir Sefarad kültürü doğdu. Ezan’ın makamları Sefarad dini müziğine girdi, efsaneler, masallar, fıralar birbirine karıştı. Yahudi İspanyolcası, bir başka söyleyişle Ladino dili son bir kaç yüzyılda önce Fransızca, ardından da Türkçe’nin baskı altında zayıfladı, etkinliğini yitirdi. Türkçe, Seferad yahudileri arasında baskın bir dil haline geldi.
Sefarad kültürü içinde müzik özel bir yere sahip. İspanya’dan göç ettikleri dönemde “Romansa” adlı müzik türü hakimdi. Sefarad Yahudilerinin müzik kültürü de bu müziğin içinden doğdu. Aşk, kahramanlık, günlük yaşam gibi temaları içeren şarkılar Yahudi İspanyolcası ile söylenirdi. Binlerce şarkının çoğu anonim olarak kuşaktan kuşağa aktarıldı. Sinagoglarda süren dini müzikler ise Türk Sanat Müziği makamları ile birleşerek özgün bir kültür yarattı.
Yahudiler, bu topraklarda yaşadıkları yüzlerce yıllık zaman zarfında mimari açıdan da çok başarılı eserler ürettiler. En başta da İstanbul’da… Osmanlı tarafından yerleştirildikleri Karaköy, Balat, Hasköy, Samatya gibi pek çok bölgede Yahudi eserlerine rastlamak mümkündür. Bugün yeniden canlanmaya başlayan Balat’taki yapıların çoğu bir zamanlar Yahudilere aitti. Galata bölgesinde de Neve Şalom sinagogu gibi Yahudilerin pek çok eseri bugün de ayaktadır. Bizans döneminden kalan Ahrida Sinagogu başta olmak üzere bölgede pek çok tarihi eser bulunur. Bugün kültür merkezi olarak kullanılan Schneider Tempel, yani Terziler Sinagogu da bugüne kalan değerli eserlerden biri.
Yahudi mimarisi deyince bir de akla Bankalar Caddesi’ndeki o meşhur kıvrımlı merdivenler gelir. Bir başka deyişle Camondo Merdivenleri… Merdivenleri yaptıran Portekiz kökenli Camondo ailesi, Portekiz kökenli Sefarad Yahudilerindendir… Avrupa’ya göç eden aileden bugün kimse hayatta değildir, çünkü tümü Naziler tarafından Auschwitz Toplama Kampı’nda öldürülmüştür.
Zülfaris, yani Zülf-ü Arus sinagogu ise 17. yüzyıldan bugüne uzanan bir eser. Adı gelin perçemi anlamına gelen Zülfaris Sinagogu artık müzi olarak hizmet veriyor. 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, sadece Sefaradların göç serüvenini anlatmıyor, sonrasında yaşananlara da ışık tutuyor. Mesela, Avrupa’daki Türk diplomatların Yahudileri toplama kamplarından kurtarmak için gösterdiği çabalara dikkat çekiyor, Yahudilerin ülkeye kültürel katkılarını anlatıyor. Müzede, Sefarad Yahudilerin günlük yaşamı, kültürü ile ilgili pek çok bilgi, belge ve eser de yer alıyor.
Sefarad yemek kültürü bir yanıyla İspanya’dan bu topraklara getirdiği gelenekleri taşırken; bir yanıyla 500 yıldır bu toprağın halklarının katkısıyla yepyeni bir zenginliğe kavuştu. Akdeniz özellikleri nedeniyle pek çok yönüyle ortaklaşan iki mutfak, hem ortak sebze kültürü, hem et, balık, tavuk üçlüsüyle benzer özellikler taşır. Sefarad mutfağında Hindistan kökenli patlıcan öylesine özel bir yer tutar ki; patlıcanı 36 farklı şekilde pişirmeyi anlatan Ladino dilinde anonim bir şiir bile vardır. Ekşinin de ayrı bir yeri vardır Sefarad mutfağında, en özgün yemeklerinden biri olan “gaya kon avramila” ekşi erik sosuyla yapılan bir balık yeğidir. Hem sebze, hem et yemeklerinde kullanılır ekşi lezzetler.
Sefarad mutfağının tatlı ve şekerleme yönü de epey gelişkin. Bayram ve özel günlerinde “Şarope” denilen bir şeker macunu yapılır. Zeytin, ıspanak gibi pek çok yiyeceğin adı da bölge dilleriyle ortak kökten gelir. Türkçe börek ile Ladino dilindeki “küçültme” takısından türüyen “börekitas”lar da ayrı bir zenginliktir. İzmir’in meşhur boyozu da, İspanyolca “top” anlamına gelen “bollos” kelimesinden türemiştir. Kaşar peynirini de bu topraklara Sefarad Yahudilerinin getirdiği söylenir.