Elma Labrador Çimen: Hayata tutunmayı sağlayan anılar

İnsan anılardan oluşuyor ama tutunmayı seçtiği anılar da bayağı tuhaf.”
BEYZA YILDIRIM
Ne zaman üzerine düşünme fırsatı bulsam anı kavramı bana yaşadığımız hayatları birbirine bağlayan görünmez bir ipmiş gibi gelir. Bu ip çok ince ve kırılgandır çoğu zaman fakat daima oradadır. Yaşamlarımız arasında organik bir bağın oluşmasını sağlar. Kendi otobiyografik hafızamızı ve bir bakıma kişisel tarihimizi oluşturmak için anılarla oluşan bu bağlara ihtiyaç duyuyoruz çoğu zaman. Çünkü iyi ya da kötü dünyada anlamlı bir oluş haline gelebilmek için ve yaşadığımızın ispatı olarak hafızamızda yer alan bir anılar bütününe ihtiyacımız var. Belki de bu yüzden bazen bir şarkı, ses ya da koku ile zihnimizin derinliklerinden kopup gelen bazı anılar içimizde öyle derin bir yerde konumlanıyor ki onlarla oluşturduğumuz kişisel tarihimizde kaybolmamamız için bir pusula görevi görüyorlar. Bu tuhaf yapılanmada kendi direnç kapsülümüzü oluşturmak, kim olduğumuzun hatırlatıcısı olan o anıları bir araya getirmek ise bize kalmış. Sahi direnç kapsülünüzün içinde hangi anıların olduğunu düşünme fırsatınız oldu m hiç? Olası bir acil durum anında hafızanın derinliklerinden gelen hangi anı yaşadığınız hayata tutunmanızı sağlardı?
Anıların insan yaşamında ne kadar etkin bir rol oynadığını vurgulayan güçlü bir anlatıya sahip TiyatroİN’in yeni oyunu Elma Labrador Çimen sezon sonunda tiyatro severlerle buluştu. Yönetmen koltuğunda Onur Ünsal’ın oturduğu oyun bir çiftin ilişkilerinin elli yılını sahneye taşıyor. Dolu dizgin başlayan bir aşkın, hastalık ile sınandığı süreci de kapsayan, hem güzel hem de oldukça zorlu geçen bir elli yıl. Arthur ve Jane çifti Alzheimer hastalığının hayatlarına girmesiyle birlikte hem bireysel hem de ilişkisel anlamda büyük bir dönüşümün içine giriyorlar. Bu dönüşüm sayesinde bizler hem Alzheimer hastalığının insan bedeni üzerindeki etkilerini evre evre gözlemleyebiliyor hem de hastalık psikolojisi ve bununla baş etme durumu karşısında verilen çabanın bir ilişkinin dinamiklerine nasıl yavaşça sızdığını görebiliyoruz.
Alzheimer hastalığıyla paralel olarak değişim ve dönüşüm içerisine giren bu ilişki bize insan ilişkilerindeki kırılganlığı, sevginin gücünü, insanın zor durumlarla baş etme şeklinin ve acıya dayanma eşiğinin ne kadar değişken olduğu üzerine sorgulama yapmamızı sağlıyor. Bununla beraber aynı zamanda insan yaşamında büyük öneme sahip sevgi, vefa, fedakarlık ve bağ kurmak gibi belki de varlığını unuttuğumuz kavramlar üzerine yeniden düşünürken buluyoruz kendimizi. Metnin katmanlı dramatik yapısı çift taraflı bir perspektif açıyor zihinlerimizde.
Oyunun güçlü ve çarpıcı yönlerinden bir diğeri ise yazarın demans hastalarıyla birlikte yaptığı çalışmalarda yaptığı gözlemler ve edindiği deneyimler sonucunda yazmaya karar verdiği oyunun aynı zamanda müziğin demans ve alzheimer gibi hastalıklar üzerindeki etkisini de vurgulaması. Amerikalı Nörobiyolog James McGaugh Making Lasting Memories : Remembering the Significant başlıklı makalesinde “Unutmak çoğu tecrübemizin ortak kaderi olsa da, birçok delil duygusal uyarılmanın hatıraların depolanmasını arttırdığını ve böylece seçici olarak daha önemli tecrübelerden kalıcı hatıralar yarattığını gösteriyor” cümleleriyle de değindiği gibi duygusal olarak uyarılmanın yaşanılan anıları daha kalıcı hale getirdiğini ve bu uyarılmalarla birleşen anıların daha net bir şekilde hatırlanabildiğinin altını çizer.
Beyin fonksiyonlarının en önemli uyaranlarından biri olan müziğin duyguları uyarma ve anıları canlandırma yoluyla bu gibi hastalıklar üzerinde etkili bir gücü olduğu uzmanlar tarafından kanıtlanmış bir gerçek. Öyle ki oyunun kahramanlarından biri olan Arthur’un Alzheimer ile savaştığı süre boyunca Jane ile tanıştığında çalan ve ilişkilerinin şarkısı olarak belirledikleri ABBA’nın “Dancing Queen”ini duyduğu her an duygusal olarak uyarılır ve hiçbir şey hatırlamadığı halde bile hafızasındaki en güçlü anlarından biri olan Jane ile tanıştığı anı beyninin derinliklerinden çekip çıkarma gücünü kendinde bulur. Bu şarkı onun unuttuğu yaşamıyla kurduğu bir bağ olur. İncecik fakat kopmaz bir iplik… Bu sebeple metnin dramatik olay örgüsünde odağına aldığı nokta ağırlıklı olarak bir aşk hikayesi gibi görünse de alzheimer ve demans gibi çok ciddi hastalıklara ve bu hastalıkların tedavi yollarına mercek tutarak farkındalık oluşturması bakımından bir o kadar da epik bir noktada konumlandığı da göz ardı edilemeyecek bir gerçek.
Elma Labrador Çimen’in başrollerini yine bir TiyatroİN oyunu olan Akciğer’de beraber seyretme şansını bulduğumuz Engin Hepileri ve Nergis Öztürk paylaşıyor. İkilinin Akciğer’de yakaladığı kimya Elma Labrador Çimen’e taşınıyor ve Onur Ünsal’ın başarılı rejisiyle birleşerek oyunun başından sonuna kadar düşmeyen bir performansla rollerini performe ediyorlar. Özellikle Hepileri’nin beden kullanımı sayesinde Alzheimer hastalığıyla savaşan Arthur’un zaman içerisindeki duygusal ve bedensel değişimi yalın ve başarılı bir şekilde aktarılıyor izleyenlere. Aynı şekilde Öztürk’ün bedenini ve jestlerini kullanma şekli de Jane’in dışarıdan biri olarak aynı hastalıkla verdiği savaşın içindeki devinimini, sıkışmışlığının seyirciye net bir şekilde geçmesini sağlıyor. Karakterlerin kendi içlerinde yaşadığı ve birbirleriyle olan çatışmalarınının net bir şekilde görünür olması oyunun tansiyonu giderek artan izleğine de olumlu bir katkı sağlıyor.
Metnin katmanlı ve epik formu sebebiyle rejide iki boyutlu bir anlatım tercih ediliyor. Arthur ve Jane’in yaşadıkları elli yılı izlerken seyirci ışıklarının yandığı anlarda seyirci kendini dinleyici kahramanları da yaşadıkları bu süreci anlatan birer anlatıcı konumunda buluyor. Bu form seyirciye dramatik anlatıdan uzaklaşmadan oyunun düşünsel tarafını da aynı anda görebilme imkanı sunuyor. Oyunun ışıkla kurulan dramaturjisi de yine bu noktada önemli bir yerde duruyor. Bu ikiliği ve oyunun evreninin yaratımında kullanılan ışık teknikleri anlatıyla uyumlanan bir dramaturjiye sahip.
Oyunun bir diğer dikkat çeken unsuru ise parça seçimleri ve müzik tasarımı. Yazarın tercihinden farklı olarak seçilip oyuna dahil edilen ABBA’nın Dancing Quuen’i ve diğer parçalar oyunun dünyasına oldukça uygun ve yerinde seçimler olmuş. Müziğin iyileştirici gücünü vurgulayan bir metni müzikleriyle hatırlanacak bir şekilde sahnelemenin de isabetli tercihlerden biri olduğunu düşünüyorum.
Oyunun dekor ve kostüm seçimleri ise oldukça yalın ve işlevsel bir yerde tutulmuş. Oyuncuları gayet günlük bir görünümle, sahnede iki sandalye bir battaniye dekoruyla rollerini performe ederken görüyoruz. Bu seçim dekor tasarımı anlamında işlerini beğenerek takip ettiğim TiyatroİN’den beklenmediğim bir ters köşe oldu. Tiyatronun bütün bir sanat anlayışından hareketle belli bir beklentiyle girdiğim salonda bu anlamda ufak bir şaşkınlığa uğradığımı söylemeden geçemeyeceğim. Modern bir metinde klasik anlamda bir dekor kullanılması tabii ki gerekmez ve aranılan bir şey değil -ki rejinin inceliği, performansların ve diğer unsurların uzamı başarılı ve yeterli bir şekilde doldurduğu ve dekoru aratmadığı da bir gerçek- fakat naçizane bir görüş olarak kullanılan dekorun da dramaturjik açıdan yeniden düşünülmesinin oyunun anlatısına bütünlüklü bir bağlamda artı bir güç kazandıracağını düşünüyorum.
Elma Labrador Çimen belki de unuttuğumuz bazı şeyleri hatırlatan; kendi tutunacak anımızı bulmamız için bizi düşünmeye sevk eden, her şeyin geçici olduğu bu dünyada tek bir mutluluk anının bile yaşamı değerli kılabileceğini fark ettiren sıcacık bir hikaye. Oyunun yeni tarihleri için TiyatroİN’i takip edebilirsiniz.
“Elma Labrador Çimen”
Yazan: Matthew Seager
Çeviren: Zeynep Anacan
Yöneten: Onur Ünsal
Yönetmen Asistanı: Başak Kırbaç
Ses Tasarım: Kenan Doğulu
Kostüm: Emine Saral (PCFG)
Işık Tasarım: Abdullah Karanfil
Afiş Tasarım: Bülent Şengül
Yürütücü Yapımcı: Barış Şekerci
Yapım Asistanı: Selin Dağlıoğlu