Şuan Okunan
Orhan Kemal 110 yaşında: “Ben Orhan Kemal, Çukurovalıyım…”

Orhan Kemal 110 yaşında: “Ben Orhan Kemal, Çukurovalıyım…”

Çocukluktan son günlerine tüm ömrünü işçilerin arasında geçiren usta yazar Orhan Kemal, “Ben Çukurovalıyım” diyordu. Eserlerinin çoğuna da Çukurova’nın bereketli toprakları ve eşsiz insanları damgasını vurdu. Işık Öğütçü, Çukurova’nın Orhan Kemal’in kimliği olduğunu ancak Orhan Kemal’in de yazdıklarıyla Çukurova’nın kimliğini ortaya çıkardığını vurguluyor. Edebiyat tarihçisi Tahir Şilkan da, Orhan Kemal’in halkın dramını onlar gibi yaşayarak anlattığını söylüyor.
MUSTAFA KARA

Usta yazar Orhan Kemal, 15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu, 2 Haziran 1970’da Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da hayata veda etti. Cenazesi İstanbul’a getirilirken Babaeski’de bir işçi cenaze arabasının önün geçer ve bir çiçek bıraktı. Çiçekte şöyle yazıyordu: “Biz işçiler, hatıran önünde saygıyla eğiliyoruz.”

Orhan Kemal’in babası Kuvvayi Milliye’ci, Toksöz gazetesini çıkaran Abdülkadir Kemali’dir. Çocukluğu Ankara, Osmaniye, Konya, Niğde, Beyrut ve Kudüs gibi pek çok şehirde geçti. İşçilerin, emekçilerin bu eşsiz yazarı, doğduğu topraklarla, Çukurova’yla, Çukurova’nın işçileriyle özel bir bağa sahipti. “Bereketli Topraklar Üzerinde” adlı kitabının arkasına düştüğü notta bunu açıklıkla anlatıyor: “Ben bunu yazdıktan sonra, bunu o kitabın kahramanlarına, patoz ustasına, işçilere, elçiye sabaha kadar okudum” diyor. İşçilerin yanıtı da oldukça anlamlı, “Bu kadar olur, biz sana anlatsak 5 roman daha yazarsın” olmuş.

Orhan Kemal, 1932’de yeniden Adana’ya döndü, sonra da eğitimini tamamlamak için İstanbul’un yolunu tuttu. Okul bitince de Adana Milli Mensucat Fabrikası’nda katiplik yaptı ve işçileri çok daha yakından görme, anlama şansı yakaladı.

IŞIK ÖĞÜTÇÜ: ORHAN KEMAL’İN ÇUKUROVASI HER YÖNÜYLE CANLIDIR

Orhan Kemal’in oğlu ve Orhan Kemal Müzesi’nin kurucusu Işık Öğütçü, usta yazarın Çukurovalı bir yazar olarak yaşadığı yöreye ve insanına karşı duyarlılığı eserlerine yansıtmış bir yazar olduğunu dile getiriyor. “1920’lerden itibaren ve hatta ekonomik bağlamı düşünecek olursak 1800’lerden başlayarak Çukurova’dan güçlü bir şekilde söz etmiştir. Ancak, burada üzerinde durulacak konu Orhan Kemal’in Çukurova’yı salt bir manzara ya da mekan olarak kullanmamış olmasıdır” diyor ve “Onun Çukurova’sı her yönüyle canlıdır. Yöreyi evrensel değerler üzerinden anlatabilmeyi başarmıştır” vurgusu yapıyor.

Işık Öğütçü, Çukurova’nın Orhan Kemal’in kimliği olduğunu ancak Orhan Kemal’in de yazdıklarıyla Çukurova’nın kimliğini ortaya çıkardığını belirtiyor. Öğütçü, “Bereketli Topraklar Üzerinde”, “Eskici ve Oğulları”, “Vukuat Var”, “Hanımın Çiftliği”, “Cemile”, “Murtaza” ve pek çok eserin evrensel başarıya ulaşmış eserler olarak Çukurova’yı anlattığını ve “bereketli topraklar” deyince akla Orhan Kemal’in geldiğini dile getiriyor.

TAHİR ŞİLKAN: ORHAN KEMAL ÇUKUROVALI İŞÇİLERİ YAZDI

Edebiyat tarihçisi, yazar Tahir Şilkan da, verimli tarım toprakları ile bilinen Ceyhan’da doğan Orhan Kemal’in çocukluğundan itibaren tarım işçilerini gözlemlediğini belirterek, sonrasında da çalıştığı fabrikalarda gözlem yapmayı sürdürdüğünü anlatıyor: “Adana’da Milli Mensucat Fabrikasında katiplik yapmış, fabrika işçileriyle, gurbete çıkan, Adana’ya, Çukurova’ya inen köylülerle, ırgatlarla tanışmış, çırçır işçilerini, pamuk işçilerini görmüş, onların mektuplarını yazmış, okumuş, 1927 Adana Demiryolu grevine katılmış işçilerle dost olmuş, onların anlattıklarını dinlemiş, iş bulmak için toplandıkları Kalekapısı’nda, İstasyon Meydanı’nda yaşananları-konuşulanları dinlemiş, gözlemlemiş, hikaye ve romanlarında tanıdığı, konuştuğu, sırtını sıvazladığı, sırtını sıvazlayan bu insanları anlatmış,yazmıştır.”

Tahir Şilkan “Ben Çukurovalıyım” diyen Orhan Kemal’in bu yılları nasıl anlattığını ise şöyle aktarıyor: “Uzun yıllar Çukurova’da yaşadım, fabrikalarında çalıştım. Irgatların hayatını bilirim. Onların patronlarla, ağalarla olan ilişkilerini iyi bilirim, yorganı sırtlarında Çukurova’ya inen, kamyonlara, arabalara toslayan ırgatları…Onların dramını. Onlar gibi yaşayarak, onlar gibi, yakan güneşin altında söylenen bir türkü gibi anlatmak istedim.”

EN GÖRKEMLİ ROMANLARI ÇUKUROVA’DA

Orhan Kemal’in işçilerle geçirdiği vakitlerin ve üstün gözlem yeteneğinin bir sonucu olarak diyalogları çok gerçekçidir. Fabrika işçileri, ırgatlar, sokak satıcıları, bütün emekçiler onun eserlerinde özlemlerini anlatır, hayatlarını en duru haliyle özetler. Yaşayarak öğrendiği emekçilerin hayatını, yazarak anlatır. Edebiyat tarihçisi Tahir Şilkan, Orhan Kemal’in özellikle Babaevi, Avare Yıllar, Cemile, Dünya Evi, Arkadaş Islıkları gibi otobiyografik özellikler taşıyan romanlarında anlattığı Çukurova’yı sonraki dönemde daha da ayrıntılandırdığına dikkat çekiyor. Şilkan, Orhan Kemal’in Çukurova’daki tarım ve fabrika emekçilerini anlattığı en görkemli romanlarını ise şöyle sıralıyor: Bereketli Topraklar Üstünde, Kanlı Topraklar, Eskici ve Oğulları, Hanımın Çiftliği üçlemesi, Murtaza.

Orhan Kemal eserlerinde özellikle 1930’lar, 1940’lar ve 1950’lerin Adana’sına dair çok önemli gözlemlerde bulunuyor ve önemli bilgiler de veriyor. Tahir Şilkan, o dönem Adana’nın ve Çukurova’nın bir halkların kardeşliği coğrafyası olduğunu vurguluyor ve işçi mahallelerinde Türkler, Arap uşakları (Fellahlar), ekmek peşinde koşan Kürtler, Balkan göçmenleri, Boşnaklar, Giritlililer ve Ermenilerin iç içe kardeşçe yaşadığını anlatıyor. Tahir Şilkan bu durumu şöyle özetliyor: “Şüphesiz birbirleri hakkında geçmişten gelen gelen ön yargıları vardır ama Orhan Kemal kendi yaşamından örneklerle ayrımsız kardeşliği ve büyük insanlığı anlatmış ve savunmuştur.”

“HALKIN DRAMINI ONLAR GİBİ YAŞAYARAK ANLATTI”

Ayrıca Bakınız

Orhan Kemal, Niğde’de askerdeyken Nazım Hikmet ve Maksim Gorki okuduğu ve komünist olduğu gerekçesiyle 5 yıl hapse çarptırıldı. Şiirlerini okuduğu için hapse düştüğü Nazım Hikmet’le Bursa Cezaevi’nde tanıştı. 1939’da girdiği cezaevinden 1943’te çıktı ve yeniden askere gitti. 26 Ekim 1946’da serbest kalınca, romanları gazetelerde tefrika olarak yayınlanmaya, adını duyurmaya başladı. İstanbul’un yolunu tuttu ve 1950’de Cibali Tütün Fabrikası’nın hemen arkasındaki mahalleye taşındı. Tahir Şilkan, Orhan Kemal’in halkın dramını onlar gibi yaşayarak anlattığını dile getirerek, Orhan Kemal’in yaşamı boyunca yoksulluk çektiğini, borç harç bir yaşam sürdüğünü hatırlatıyor: “Orhan Kemal’in yoksulluğu 1950 yılında taşındığı İstanbul’da da sürmüştür. Adana’dan getirilen pompalı gaz ocağı ile ısıtılan bir evde yaşanmaktadır. Ev kirasını ödeyebilmek zordur, Orhan Kemal, delik ayakkabılarla, ıslak çoraplarla hikayelerini satmak için Babıali’ye yayan gidip gelmektedir. Sabah erkenden uyanarak saatlerce çalışılıp yazılan hikaye ve romanlar gazetelerde tefrika edildikten sonra kitap olarak yayınlanmaktadır.”

Orhan Kemal çok üretken bir yazar olmasına, sık sık romanları tefrika edilmesine, dönemin en sevilen yazarlarından olmasına ve filme çekilen senaryolarına rağmen yoksulluk hep hayatında var oluyor. Tahir Şilkan, bu durumu en iyi özetleyen satırlardan biri olarak Orhan Kemal’in 1958 sonrasında arkadaşı Fikret Otyam’a yazdığı mektubu hatırlatıyor: “…Bu satırları sabahın beşinde buz gibi bir odada yazıyorum. Ne odun, ne kömür, ne de odun kömür alacak param var. Borç, borç, borç… Tek iş yok; ne bir senaryo, ne de roman teklifi..”

“ORHAN KEMAL İŞÇİ SINIFININ YAZARI OLARAK ÖLDÜ”

Bu dönemlerde de başı beladan kurtulmaz, 1956’da “Arka Sokak” hikayesi nedeniyle yargılanırken Hakim “neden hep fakir fukarayı, işçileri anlattığını” sorar. Yanıtı basittir aslında: “Ben gerçekçi yazarım. En iyi bildiğim konuları alırım. Varlıklı yurttaşların yaşayışlarını bilmiyorum, nasıl yaşadıklarından haberim yok” der ve bu kez beraat eder. 1966’da o kadar şanslı değildir, “komünizm propagandası”ndan bir kez daha tutuklanır, ama bu kez erken bırakırlar, bir buçuk ay sonra serbest kalır. Ağır hastadır, sık sık ameliyatlar geçirir, yurt dışında tedavi olmak ister ama pasaport verilmediğinden gidemez. Uzun uğraşlar sonucu 1969’da pasaportunu alır, önce Moskova’ya, ardından Sofya’ya gider. Sofya’da tedavisi sırasında 2 Haziran 1970 günü hayata veda eder.

Işık Öğütçü, Orhan Kemal’in görece varlıklı bir ailede doğduğunu, ancak gerek siyasi koşulların gerekse işçi sınıfından yana tutumunun onu inandığı işçilerin sınıfına dahil olmasını getirdiğini vurguluyor. Orhan Kemal’in “yarının güzel dünyasını işçilerin, alın teriyle geçinen insanların kuracağına inandığını” belirten Işık Öğütçü, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Onlara hep sevgiyle baktı. Kendisi de ekmeğini kazanmak için ağır işlerde çalıştı. Ya da işçi sınıfının yanı başında katiplik yaptı, yazıcılık yaptı. En sonunda onların yazarı oldu. Onları yazdı. Tabii kendisi de aynı sınıfın insanı olduğu için aslında kendini yazdı. Kendi yok-yoksun hallerini yazdı. Bundan utanmadı. Baba Evi romanındaki Eleni’nin ‘Eski ayakkabılarımdan zenginlerimiz utansın’ lafı adeta Orhan Kemal’in en basit ama güçlü bir sınıf manifestosudur. Nasıl bir yaşam sürdüğünü aslında ölümüne yakın yazdığı nottan biliniyor. İnandığı doğruların adamı oldu. Kursağından hakkı olmayan tek kuruş geçmedi. Ve elbette işçi sınıfı yazarı olarak öldü.”

Çetin Altan da, 1966 yılında tutuklandığında şöyle yazar Orhan Kemal için, “Elli yıl sonrasını düşünüyorum Süleyman Demirel’i de, Bilgiç’i, Bölükbaşı’sı da bugünkü politika sahnesinin bütün figüranları da birbirlerinden ayrı mezarlarda birer kemik yığını olacaktır. Ama Orhan Kemal’in eserleri o gün de okunacak, acılarla yüklü hayatı o gün de anılacaktır. Ona bu acıları çektirenlerin esamesi okunmayacak ama Orhan Kemal eserleriyle yaşayacaktır…” Öyle de oldu! İyi ki emekçilerin dünyasından bir Orhan Kemal geçti.

(İlk olarak Çukurova Bülten’de yayınlanmıştır.)


Tüm Hakları Saklıdır 2024 - Tasarım: Merhaba Grafik