“Persepolis” oldukça sıcak bir çizgi film. Öyle yeni dönem animasyonlar gibi şaşaalı değil. Oldukça samimi ve sıcak. Zaten çizgi roman hali de öyleydi. İranlı küçük bir kızın gözünden; devrim öncesi, devrim ve sonrasına dair çok şey söyleyen bir çalışma Persepolis. Vincent Paronnaud ile Marjane Satrapi’nin hem senaryosunu yazıp hem yönettiği “Persepolis”in müzikleri, Olivier Bernet’e ait. 2007 yılında vizyona giren film, aynı yıl Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne layık görülmüştü.
İzlemeyenler için öyküsünü hatırlatmakta fayda var: Marjane ve ailesi, devrimi büyük bir sevinçle karşılar. Baskıcı Şah devrilmiş, yeni bir hayat için umut doğmuştur. Demokrasinin geleceğini düşünen İranlılar, kısa sürede büyük bir hayalkırıklığı yaşarlar. Marjane Satrapi’nin yazıp resimlediği Persepolis, aynı zamanda bir özyaşam öyküsü. “Çocuk gözüyle” demişken, hem çizgi romanın, hem filmin aynı “saf”lıkta olduğunun altını çizmekte fayda var. İran tarihinden bir kesit, Şah’ın nasıl devrildiği, devrimin ilk döneminde yaşananlar, bir çocuğun anlatacağı “basit”likte anlatılıyor. Ancak, bunun büyük bir ustalıkla yapıldığını ve biraz da bu yüzden bir “başyapıt” sayıldığını unutmayalım.
Rock, metal posterleri, kot pantolon için verilen mücadeleler, “işçi yakalatmamak” için yapılan numaralar, poster getirmek için çoban kılığına giren baba, filmde kullanılan başarılı mizah nsurları… Ailenin “senin iyiliğin için ayrılmalıyız” dediği ve kızlarını Avrupa’ya gönderdiği sahne var ki; azıcık meyilli izleyiciyi ağlatır. Elbette, filmde İran-Irak savaşının yaşattığı yıkımlara da özel bir yer veriliyor. Şimdilerde unuttuğumuz bu yıkıcı savaşın gerçek kaynaklarıyla da, aynı çocuk saflığıyla yüzleşiyorsunuz.
BAMBAŞKA BİR ÇİZGİ FİLM
“Persepolis”i, bir çizgi film klasiği yapan unsur, sadece anlattıkları değil elbette. Filmi izlerken, alışılageldik çizgi film kalıplarının çok dışında olduğunu hemen hissediyorsunuz.
Özellikle hareket biçimleri ve farklı perspektif algısı, “Mickey Mouse”lu çizgi film alışkanlıklarımızın çok uzağında. İzledikçe, aklınızda Doğu’nun binlerce yıllık minyatürleri şekilleniveriyor hemen. Çizgi filmden ziyade, “hareketlendirilmiş minyatür” seyrettiğiniz hissine kapılıveriyorsunuz.
Persepolis’in Türkiye’deki gösteriminin İran Büyükelçiliği tarafından engellenmeye çalışıldığını da ekleyelim. İran, Türkiye’de olmasa da, bazı ülkelerde bu çabalarında başarılı da olmuş. Yeri gelmişken söyleyelim; İran’daki mevcut gerici yönetimi destekleyen yoksulların ya da sözde reformcu orta sınıfların veya Batı gözüyle İran’a bakmak isteyenlerin “gözlüğü” ile izlendiğinde, bu filmin hiçbir anlamı kalmaz. Yazarı, mümkün olduğunca “yukarı”dan bakmaya özen göstermiş. Batı gözlüğü takmamaya, Şah dönemi ile Molla rejimi arasında “seçim yapmak” zorunda kalmamaya dikkat etmiş.
Bizdeki olası “sakat” bakışa gelince; “Persepolis”i, “Türkiye’yi de bu hale getirecekler” deyip, ah vah çekerek izlemek, bütün güzelliği siler atar, söyleyelim. Yazarının şu sözlerini unutmayalım: “Persepolis benim, insanların İranlılar hakkındaki önyargılarına ve kafalarındaki İran imgesine verdiğim cevaptır. Bütün İranlıların kötü olduğu yolunda bir inanç vardı Batı’da. Persepolis bunlara isyanımdır.”
Siz, en iyisi İran’ın yakın dönemde yaşadıklarını küçük bir kızın gözünden, keyifli bir çizgi film olarak izleyin. Geri yanı size kalsın!