Şuan Okunan
Henrik Ibsen’in “Bir Halk Düşmanı” İstanbul’da

Henrik Ibsen’in “Bir Halk Düşmanı” İstanbul’da

Norveçli yazar Henrik Ibsen tarafından 1882’de kaleme alınan “Bir Halk Düşmanı” oyununun konusunda, bir kaplıca kentinde üç çocuğuyla ve eşiyle birlikte yaşayan doktor Thomas Stockmann’ın, şehir kaplıcalarının insan sağlığına zararlı kimyasallar içerdiğini öne sürmesi ele alınıyor. Bunu kanıtlama çabasında karşısına dikilecek en büyük engel de ağabeyi ve aynı zamanda belediye başkanı olan Peter ile olayların devamında Stockmann, “halk düşmanı” ilan ediliyor.

Ibsen’in bu eseri, Perdeci Oyuncuları ve Aysa Prodüksiyon iş birliğinde sahneye koyuldu. Duayen sanatçı Rutkay Aziz, yönetmen koltuğunda oturduğu oyunda ayrıca doktor Stockmann rolünü de canlandırdı. Özcan Alpar, Levend Yılmaz, Ebru Saçar, Öykü Eraslan, Mehmet Küçükgünaydın, Lütfi Can Bulut, Enes Sarı, Sertaç Sayan, Hüseyin Demir, Emre Boyuneğmez ve Hüseyin Uçurtma isimleri de Aziz’e oyun kadrosunda eşlik etti.

Aynı zamanda dünyanın çevre kirliliği konusunda yazılmış ilk oyunu olma özelliğine sahip eserin çevirisi Yılmaz Onay’a aitken dekor tasarımını Yücel Tanyeri ve dramaturjisini Sertaç Sayın üstlendi. Oyunda Andaç Sayın ile Enes Sarı yönetmen yardımcıları olarak görev alırken dekor realizasyonu Seran Kavurt’a, fotoğraflar Mehmet Turgut’a, afiş tasarım Dilek Seferoğlu’na ait. Hale Algabri de asistan olarak görev aldı.

“BU OYUN, NAMUSLULARLA NAMUSSUZLARIN SAVAŞI”

Oyun, geçen çarşamba günü İstanbul’daki Caddebostan Kültür Merkezi’nde yapılan prömiyerin ardından dün de Trump Sahne’de seyirciyle buluştu. Kadroda yer alan isimler, oyun öncesinde ANKA Haber Ajansı’na konuştu. Oyunu yıllar önce de sahnelediklerini anımsatan Rutkay Aziz, şunları söyledi:

“Bu ülkeyi ve gerçekleri çok sevdiğim için tekrar koymanın gereğini duydum. Dünyada da bugün çok oynanan oyunlardan bir tanesi zaten. Ibsen’in klasik sayacağımız oyunu. Oyunu ilk 86’da sahnelemiştik sanıyorum ama çok fazla şey değişmedi. Sabahtan Ali’nin bir cümlesini anımsıyorum. ‘Bu ülkede namuslu olmak ne zor şeymiş meğer’ diyor. Aslında bu oyun da namuslularla namussuzların savaşı diyebilirim. Yani vatansever, idealist bir doktorun zehirli bir kaplıca tesislerine karşı verdiği bir kavga. Yani ‘Bu tesis kapanmalı’ diyor ama iktidardaki güçler sırf para için, rant için, çıkar için buna karşı çıkıyorlar. Bunların bir kavgasının oyunu. Severek oynuyoruz. Genç bir ekip. Bir de ben tiyatro yapmıyorum aslında. Ne yapıyorum, diyeceksiniz. Ben ilerici ve devrimci bir tiyatro yapıyorum. Tiyatro yapanlarla aramdaki fark bu. Bunun da kavranması lazım. Tartışmasız bir ayrım vardır bu anlamda. Dediğim gibi severek çalışıyoruz. Seyirci ne diyecek, bilemem. Doktor tabii yalnız kalıyor ama o yalnızlığını giderdiği işçi sınıfı da var, emekçiler var. Hatta yaptığımız bir yorumda da çevre eylemcileriyle olan bir dayanışması var söz konusu olan. O da tabii değişik bir yorum getiriyor bu oyuna. Ibsen’e yakışan bir yorum olduğuna inanıyorum.”

“KİMLERİN HALK DÜŞMANI, KİMLERİN HALK KAHRAMANI OLDUĞUNU ANLATIYOR”

Belediye başkanı rolünü oynayan Özcan Alpar da esere dair şunları dile getirdi:

“Tematik olarak ‘bir halk düşmanı’ kavramı içerisinde neyin, kimlerin halk düşmanı, kimlerin halk kahramanı olduğunun çatışmasını anlatan bir oyun. Ibsen’in burada anlatmak istediği, kendi sınıfsal yapısı içerisindeki dönemsel sınıfsal yapısı içerisinde bu çatışmaların, aslında burjuva sınıfının yeni oluşmaya başladığı bir dönem 1800’lü yılların sonu. Dolayısıyla ‘küçük burjuva’ kavramına getirdiği sıkı bir eleştiri. Küçük burjuvanın kaypaklığını, sınıfsal bilinci olmayan insanların aslında bir halk düşmanını halk kahramanı ama gerçek halk kahramanını bir halk düşmanı olarak nasıl kontrun da verilebileceğini anlatan önemli bir oyun Ibsen’in yazdığı. Ben oyunda belediye başkanını oynuyorum. Belediye başkanı, halk düşmanı olarak oyun sonunda ilan edilecek olan doktorun kardeşi. Sınıfsal çatışma bu noktaya getiriyor ki insanları, bir abi-kardeş bile bu çıkar çatışması içerisinde birbirlerine düşman olabiliyor. Şunu anlatıyor aslında oyun. İktidarda bulunmak her zaman için halk kahramanlığını getirmiyor; aksine bazen, halkın aleyhine halk düşmanlığını da getirebiliyor.”

“BAŞKANLA DOKTORUN ÇATIŞMASI, HALKI TRAJİK SONA SÜRÜKLÜYOR”

Alpar, ağabey-kardeş ilişkisine de şöyle değindi:

“Oyunda halkının mutluluğu için kendisini paralayan bir doktorun kardeşiyle birlikte çatışmasının sonunda kardeşinin onu halk düşmanı olarak ilan ettirmesine varan bir dizi süreç yaşanıyor. Yani ironik bazı yerleri var oyunun. Bir kaplıca kuruluyor kentte. Çok büyük gelir getireceği düşünülen bir kaplıca fakat kaplıcaya sürekli basil karışıyor, bir sürü mikrop bulaşıyor. Bunu da tespit eden, o kaplıcanın doktoru, yani belediye başkanının abisi -ama biz bu oyunda kardeş-abi ilişkisini de o anlamda vurguluyoruz- buna karşı çıkarak ilan etmek istiyor. Belediye başkanı diyor ki, ‘Bu kadar para yatırdık biz bu işe. Bunu başka yollarla yapalım’. Halkın zehirlenmesi umurunda olmuyor yani belediye başkanının. Dolayısıyla bu süreçte belediye başkanıyla doktorun çatışmasının diğer halkı etkileyebileceği o süreçte çok trajik bir sona doğru sürüklendiğini görüyoruz.”

“HALK KAHRAMANI GÖRDÜĞÜNÜZ İKTİDAR, KAHRAMAN OLMAYABİLİR”

“Sadece şunu söylüyoruz seyirciye” diyen Alpar, sözlerini şöyle tamamladı:

“Her halk kahramanı olarak gördüğünüz iktidar, halk kahramanı olmayabilir. Bunu en güzel bizden, yani içimizden çıkan bir sanatçı söylemiştir. Kimdir o, Nâzım Hikmet. Onun ‘Vatan Hainliği’ şiiri, aynen Ibsen’in halk düşmanı şiirinde anlatılan her şeyin özetidir. ‘Yani vatanı sevmek, sizin kasalarınızsa, çek defterlerinizse, bütün çıkarlarınızsa ve siz vatan kahramanı oluyorsanız ben vatan haini oluyorum o zaman’ diyor. Yani siz aslında vatan hainisiniz diyor, iktidarda olanlara. Yani bunu halka yanlış bir şekilde empoze eden bütün iktidar sahiplerine gönderdiği bir şiirle anlatıyor. Ibsen de aynı şeyi yapıyor. ‘İktidarda olan herkes halk kahramanı olmaz. Dikkat edin’ diyor. ‘Hak düşmanı olarak gördükleriniz de gerçek bir halk kahramanıdır aslında’ diyor. Hikâye bu.”

“İKİ KARDEŞ ARASINDA HALKIN NE TARAFTA OLACAĞINI GÖSTEREN BİR OYUN”

Doktor Stockmann’ın eşini canlandıran Ebru Saçar, eserin konusunun her yerde ve her zaman geçerli olabileceğini söyledi. Saçar, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İki kardeş; biri belediye başkanı, biri açılan kaplıca tesislerinin doktoru. Ben de doktorun eşini oynuyorum bu arada. Kaplıca tesislerinde insan sağlığına zararlı bir sorun çıkıyor ortaya fakat belediye, çalışanlar ve sonunda halk da ne yazık ki bu zehirli tesislerin mali olarak külfet getireceğinden dolayı bunun üstünün kapatılmasını istiyor. Doktor, bir bilim adamı olarak tabii ki bunun asla böyle olmaması gerektiğini savunuyor ve şu an ülkemizde de hatta dünyada da yaşanan bir soruna aslında parmak basıyor. İnsan sağlığı mı, insanlar mı daha önemli yoksa hani siyaseten ya da maddi olarak başka şeyler mi daha önemli? Bu ikisinin arasında, iki kardeşin aslında ve halkın da ne tarafta olacağını gösteren bir oyun oynuyoruz. Ben doktorun eşini oynuyorum. Hem doktora hak veren ama gerektiğinde de ailesini ve yaşamlarını kurtarmaya çalışan anaç bir kadını oynuyorum. Tabii ki haklıdan yana, en sonunda ne olursa olsun her şeyi göze alarak eşinin yanında olan bir anneyi oynuyorum. Bir de kızımız var. Kızımız da öğretmen. O zaten baştan beri hakkın, haklının yanında. Tabii ki bir anne kadar anaç değil, daha pervasız olabiliyor ama onun da öyle olması gerekiyor yaşı ve mesleği dolayısıyla diyeyim. Daha baştan beri zaten babasının yanında ama zaten en sonunda bütün aile birleşerek doğrunun yanında yer alıyor ve doktora sahip çıkıyor sonuna kadar.”

Ayrıca Bakınız

“İZLEYENLER EĞLENİP BİR ŞEYLER BULACAKLAR”

İzleyiciye de mesaj veren Saçar, “Aslında gelip izleseler çok daha güzel olur. Şu an zaten ülkemizde yaşanan birçok şeye örnek teşkil ediyor ya da hatırlatıyor diyebilirim. Çok da fazla bir şey söylemek istemiyorum. Gelip izlesinler. Zaten hem de çok da tatlı esprileri olan, biraz rahatlayıp biraz gülecekleri, sadece sorunları değil, biraz eğlenecekleri de bir şeyler bulacağını düşünüyorum. O yüzden oyuna bekliyorum. Oyundan sonra bence zaten benim söyleyeceklerimi onları hissedecekler. Çok fazla da bir şey söylemek istemiyorum” dedi.

“SERMAYENİN KÂRINDAN VAZGEÇMEMEK İÇİN DOKTORU VATAN HAİNİ İLAN ETMESİYLE DEVAM EDEN BİR OYUN”

Doktor Stockmann’ın kayınpederi rolüne can veren Levend Yılmaz da oyuna ilişkin şöyle konuştu:

“Oyun, kaplıca bulunan bir kentte geçiyor. Bu kaplıcayı kuran doktor, bir süre sonra kaplıcada mikrop olduğunu fark ediyor. Bunu halkla paylaşarak bu mikrobun kaplıcaya gelmemesi için çeşitli işlerin yapılmasını öneriyor fakat kasabanın belediye başkanı ve her şeyi olan kardeşi, ‘Bu ekonomik olarak büyük bir çıkmaza sokacaktır kenti’ deyip bunun karşısında doktoru yalan söylemeye ve halkı da doktora karşı kışkırtmaya ve halka, doktorun bir vatan haini olduğunu söylemesi ya da vatan haini olduğunu inandırması gerekiyor. Bu çatışma üzerine kurulmuş. Yani bir doktorun doğayı ve insanları koruma mücadelesini kapitalizmin ya da işte sermayenin kârından vazgeçmemek için doktoru vatan haini ilan etmesiyle devam eden bir oyun bu. Ben karısının babasını oynuyorum. Yani kızını korumak değil daha ziyade de kendini korumak diyelim. Çünkü o da büyük zarar görecek. Kaplıcayı kirleten su, kızın babasının deri işletmesinden geliyor ve tüm mikroplar oradan geliyor. Şimdi kaplıca kapatılırsa, iki sene tamir olursa, bilmem ne olursa falan filan çok zarar edecek. Yani orada da birtakım tedbirler alınmak zorunda kalacak. O da başta yani doktordan yanayken çünkü belediye başkanıyla da problemi var babanın. Belediye başkanına karşı çıktığı için birden sevinirken olayın farkına varıyor ki, kendisi de çok zarar görecek. Birden saf değiştirip, belediye başkanının yanına geçip doktoru yani damadını suçluyor.”

“TÜRKİYE, OYUNUN ÇOK BENZERİNİ YAKIN ZAMANDA YAŞADI”

Oyunun konusuna benzer bir durumun Türkiye’de de meydana geldiğini belirten Yılmaz, şunları anlattı:

“Bugün çok yaşanıyor bu. Yakın zamana kadar… Bülent Şık diye bir beslenme uzmanımız vardı. O, Zonguldak’ın altından gelen bir suyla bütün körfezin, Marmara Körfezi’nin, Kocaeli Körfezi’nin kirlendiğini söyledi. Bunu raporlarla ortaya çıkardı. Türkiye Cumhuriyeti bu konuda zarar edecekti. Birden hükümet sırrını açıklıyorsunuz diye Bülent Şık’ı mahkemeye verdiler, suçladılar. Yani yakın zamanda Türkiye yaşadı bunu. 3-4 sene önce yaşadı. Çok benzer yaşadı üstelik yani. ‘Sanayi, Adapazarı Körfezi’ni zehirliyor. Bunun önlemini almak lazım’ diye çok mücadele etti ama yetkililer, büyük burjuvazi, fabrika sahipleri falan filan vatan haini ilan ettiler resmen, devlet sırrını açıklıyorsun diye ama işte Bülent Şık kazandı davayı. Yok, bizim oyunda kazanamıyor maalesef. Arada kalıyor yani. Seyirci, doktora inanıyor, doktorun doğru söylediğine inanıyor ama olayın sürecinde doktorun ne olduğu konusunda çok net bir bilgi yok ortalıkta.” “Bir Halk Düşmanı”, Aydın ve İzmir’de izleyicisiyle buluşmasının ardından kasım ve aralık ayları boyunca İstanbul’daki çeşitli sahnelerde oynanmaya devam edecek. (Haber: ÇAĞATAN AKYOL / ANKA)


Tüm Hakları Saklıdır 2024 - Tasarım: Merhaba Grafik