Şuan Okunan
Yönetmen Birkan Görgün: “Yazarı başkası olsa da anlattığınız kendi hikâyeniz”

Yönetmen Birkan Görgün: “Yazarı başkası olsa da anlattığınız kendi hikâyeniz”

Yönetmen-Oyuncu Birkan Görgün ile tiyatro çalışmaları, yönetmenlik algısı ve Petersburg Bryantsev Tiyatrosu’nda yönettiği “Gılgamış” oyunuyla ilgili konuştuk. Türk bir yönetmen olarak Rus tiyatrosundaki deneyimlerini paylaşan Görgün, “Ortak bir dile inanıyorum ki bu sanatın dilidir, evrenseldir. İnsan özünde insan. dil ve kültürel farklar temel insani duygularda farklılık yaratmıyor” diyor.

DİLAN AYDEMİR

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde 2 yıl okuduktan sonra Ankara Devlet Konservatuvarı Oyunculuk Bölümü’nden 2001 yılında mezun olmuşsunuz, tiyatroya geçişiniz nasıl başladı?

Aslında kafamda hep konservatuvar okumak vardı. Trabzon’da büyüdüm. Konservatuvara yakın olmak için tüm tercihlerimi Ankara üniversiteleri üzerinden yaptım. Sadece Ankara Devlet Konservatuvarı’nda okumak istiyordum. Başka bir okulun sınavına da girmedim. İletişim Fakültesi’ndeki tiyatro kulübünde faaliyetlerime devam ediyordum. Üçüncü yılımda konservatuvarı kazandım. Tiyatroya karar vermem ise ortaokul yıllarımda oldu. Trabzon’a “Bir Garip Orhan Veli” adlı tek kişilik o muhteşem performansla gelmişti Müşfik (Kenter) Hoca. “Ben bu işi yapacağım” dedim. “Yapmak istiyorum” demedim, “Yapacağım” dedim.

Biraz da yönetmen olma konusundaki kararınızdan bahsedelim, hikâyeler anlatma merakı nereden geliyor?

Benim için tiyatro sanatı bir bütün. Amatör tiyatro yaptığımız dönemde her aşamasında bulundum. Dekor yaptım, kostüm yaptım, ışık yaptım, yazdım, yönettim, oynadım. Hikâye anlatmayı hep sevmişimdir. Bu hayatta benim için olmazsa olmaz bir yazarlık yanım da vardır. Kurgu dünyasını çok seviyorum. Gerçeği kendi gerçekliğimle bütünlemek inanılmaz bir mutluluk benim için.

İletişim Fakültesi’nde fotoğraf, sinema, senaryo yazımı, yönetmenlik gibi alanlarda temel eğitim alıyorduk zaten. Ankara İletişim’in üzerimde etkisi çok büyüktür. Özellikle yorumlama ve analitik düşünme yeteneğimin gelişimini İletişim Fakültesi’ne borçluyum. Oyunculuk genç yaşımın da verdiği enerjiyle tek hedefim gibi duruyordu. Ama işte insan değişir. Bugün mesela yönetmenlik ve yazarlık için aynı şeyi düşünüyorum. Oyunculuk benim için bir geçişmiş, onu fark ettim. Yönetmenlik konusunda beni ilk yönlendiren sevgili hocam Bozkurt Kuruç olmuştur. Son sınıfta mezuniyet oyunumuzu yönettirdi bana, “Ionesco’nun Ölüm Oyunları”.

Yönetmenlik ülkemizde hala anlaşılmış bir meslek değil diye düşünüyorum. Çok zor. Oyunculuk yaptığınızda tek bir sorumluluğunuz var. Rolünüzü iyi oynamak. Ama yönetmenlik çok daha geniş bir sorumluluk yüklüyor size. Her şeyden siz sorumlusunuz. Hikâyenin yazarı başkası da olsa anlattığınız kendi hikâyeniz. Böylesine büyük bir sorumluluğun altına girmek için çok çalışmanız gerek.

Ne yazık ki ülkemizde yönetmenlik sadece sahne trafiğini belirleyen kişi olarak anlaşılıyor. Bu işin en basit kısmı. Sadece sahne trafiği kurarsanız bizim çok sık kullandığımız bir deyimle trafik polisi olursunuz.”

Yönetmenlik tamamlanmayan bir süreç. Kendinizi sürekli geliştirmek zorundasınız. Çok okumanız, araştırmanız, izlemeniz lazım. Dünyayı takip etmelisiniz. Birçok bilimle -sosyoloji, psikoloji, felsefe, siyaset, ekonomi, tarih gibi- içli dışlı olmalısınız, fikir üretebilmelisiniz. Hayatta bir varoluş amacınız olmalı. Ne yazık ki ülkemizde yönetmenlik sadece sahne trafiğini belirleyen kişi olarak anlaşılıyor. Bu işin en basit kısmı. Sadece sahne trafiği kurarsanız bizim çok sık kullandığımız bir deyimle trafik polisi olursunuz. Giriş çıkışları belirlemek, mizansen oluşturmak yönetmen olmak için asla yeterli değildir. Yönetmenlik çok çalışmanız gereken, çok kutsal bir meslek.

2018 yılında Rusya’nın en büyük tiyatrolarından biri olan St. Petersburg Bryantsev Tiyatrosu’nda ilk defa bir Türk yönetmen olarak oyun yönettiniz. O dönem proje nasıl başladı ve nasıl bir süreç oldu?

O proje aslında benim, sınıf arkadaşım Devrim Evin ile yapmayı düşündüğüm bir projeydi, Goethe’nin “Genç Werther’in Acıları”nı uyarlamıştım. Ve hatta çalışmaya da başlamıştık. Sonra ekonomik sebeplerden dolayı yarım kaldı. Neredeyse unutmuştum projeyi. 2014 yılında Bryantsev Tiyatro Müdiresi Svetlena Lavretsova ile tanıştım. Kendisiyle bugün 11 yıllık bir dostluğumuz var. Tanıştığımız yıl beni St. Petersburg’a davet etmişti. Bir yıl sonra tekrar buluştuğumuzda yarım kalmış Werther projesinden bahsettim ve gidip orada yapmamı önerdi. Önce şaka yapıyor zannettim. Güldüm. Sonrasında beni bugün kendisinden çok şey öğrenmiş olduğum, o dönem tiyatronun sanat yönetmenliğini yapan Adolf Shapiro ile tanıştırdı. Shapiro beni bir hafta gözlemledi. Sorular sordu. Birlikte yemeğe gittik, sokaklarda yürüdük, oyunlar izledik. Ve son noktada, Tamam, Birkan bu oyunu yönetsin” dedi ve benim Rusya serüvenim başladı. Aslında 2017 yılının projesiydi ancak dönemin Devlet Tiyatroları yönetimi bana izin vermedi. Gecikmeli olarak 2018 yılında başlayabildik. 2017 yılında annemi kaybetmiştim ve Bryantsev Tiyatrosu oyunu anneme ithaf ederek bana çok büyük bir jest yaptı. Afişte annemin adını görünce çok duygulanmıştım. İnanılmaz bir andı. Kelimelerle anlatmam mümkün değil. Oyun tam 6 sene oynadı. Petersburg Kent Konseyi’nden ödül aldı. Ve başrol oyuncumuz Fyedor Fedotov bu oyundan sonra tanındı ve bugün kendisi Rusya’nın ünlü isimlerinden biri oldu. Werther bir sihir gibiydi. Hepimizin hayatında bir şeyleri değiştirdi.

Kendi adıma reji mantığım ülkelere göre değişmiyor. Bir anlatım biçimim var, inandığım bir felsefem var ve yine kendi geliştirdiğim bir sahneleme tekniği olan Gestalt Sahneleme Tekniği’m var. Kültürel kodlar haricinde çalışma şeklimde çok bir fark yok.”

Hem Türk tiyatrosunda hem de Rus tiyatrosunda projeler üreten biri olarak gözlemlerinizi ve deneyimlerinizi öğrenmek isterim…

Bu çok sık karşılaştığım bir soru. Özellikle Rus basını tarafından da bana sıkça soruluyor. Kendi adıma reji mantığım ülkelere göre değişmiyor. Bir anlatım biçimim var, inandığım bir felsefem var ve yine kendi geliştirdiğim bir sahneleme tekniği olan Gestalt Sahneleme Tekniği’m var. Kültürel kodlar haricinde çalışma şeklimde çok bir fark yok. Türk oyuncularla da, Rus oyuncularla da aynı şekilde çalışıyorum. Oyuncular açısından değerlendirecek olursam bizim oyuncularımız çok daha duygularıyla, iç güdüsel oynamayı seviyorlar diyebilirim. Rus aktörler için teknik çok önemli. Çok soru soruyorlar ve anlamadıkları hiçbir şeyi oynamıyorlar. Rus oyuncuları mutlaka ikna etmeniz gerekiyor. Türk oyuncular duygu üretimi ve güdüsel oyunculuk, Rus oyuncular ise anlam üretimi ve sahne disiplini konusunda çok iyiler. Benim için sorun yok, iki tür oyuncuyu da çok seviyorum. Zaten oyuncularına hayran olan bir yönetmenimdir. Çalıştığım tüm oyuncularla gurur duyuyorum.

Gestalt psikoloji/sanat kuramını ele alarak bir sanat anlayışı geliştirdiğinizi söylediniz, bunu biraz açalım mı? Bu sanat anlayışıyla sahnelenmiş bir oyunun ayırt edici özellikleri nelerdir?

Bu teknik her oyuncu ve her yönetmen için aynı sonuçları veren bir formül değil öncelikle onu söyleyerek başlayayım. Benim yönetmenlik anlayışımın özünü oluşturan parça-bütün ilişkisi, algısal örgütlenme, göstergebilim, sembolizm, metaforik anlatım, zıtlık ilişkisi ve kutuplar, çok anlamlılık, üst kurmaca gibi teknikler için muhteşem bir yol gösterici Gestalt Tekniği. Gestalt psikoloji elbette benim geliştirdiğim bir şey değil. Ancak bu psikolojinin önermelerinden yola çıkarak oluşturulmuş olan çalışma tekniği, sahne kurgusu ve anlatım biçimi tamamen bana ait. Gestalt psikolojisi basit olarak, bilişsel süreçler içerisinde özellikle algı ve algısal örgütlenme konularına yoğunlaşmış psikoloji teorisi olarak tanımlanmıştır. Bu tanım içerisinde iki kavrama dikkat çekmek gerekiyor. Bunlardan biri algı, diğeri ise algısal örgütlenme.

Bir rejisör, hikayesini yorumlamaya başlamadan önce kendine kurgusal bir anlam dizisi oluşturur. Temel olarak tüm kuramlar bu kurgusal anlam dizini felsefesinden hareketle şekillenir. Bu noktada tüm kuramsal yaklaşımları kabul etmekle birlikte, buna ikinci kavramı ekleyerek şu soruyu soruyoruz: Farklı bir anlamlandırma yoluna gidebilir miyiz? Algısal örgütlenme. Bunun tiyatro kuramımdaki en temel karşılığı kurgusal örgütlenmedir. Benzetmeci Kuram, Epik Kuram ve bu kuramlardan yola çıkarak kendi sahneleme tasarımlarını oluşturan tüm diğer kuramlar kontrast oyunculuk ve temayı açıklar, uygulama alanında nasıl kullanılacağına dair önermelerini ortaya koyar. Basit bir açıklamayla kontrast oyunculuk, metni canlandıran oyuncunun davranışları ile alt metnin uzlaşması üzerine bir çözümleme önerir. Kimi kuramlar oyuncunun duyu dünyasını koşulsuz kabul ederek göstergelere dönüştürmesini, kimi kuramlar oyuncunun anlık olma durumlarını oynadığı rol üzerine yansıtmasını kimi kuramlar da iç dünyanın yanılsayıcı duygularına set çekerek göstermeci bir oyunculuğu savunur. Bizim önermemizde ise bu sınırlandırılmış tanımlamalara yer yoktur. Birbirine zıt iki ayrı zorunlulukta seçim yapmıyoruz. İki boyutu da gerek oyunculukta, gerek sahneleme tekniklerinde doğrudan kullanıyoruz. Bir paranın hem yazı hem tura tarafını aynı anda gösteriyoruz. Bir olgunun tam olarak kabul edilebilmesi için zıddıyla oluşturduğu etkileşimin, bütünsellik ilkesine göre kurgulanmasının disiplinlerini oluşturmaya çalışıyoruz.

Ayrıca Bakınız

Rusya’da yaptığımız çalışmalarda her sahne için bir kutu oluşturduk. Oyuncudan aynı sahnenin olası tüm versiyonlarını canlandırmasını istedik. O sahneye dair düşündüğümüz her fikri, nesneyi, müziği, resmi vs. o kutunun içine koyduk. Bütünsellik çalışmalarına kadar sadece parçaları topladık. Elimizde bir sahnenin 7-8 versiyonu vardı. Aynı anda kontrastları da düşünüldüğünde 14-15 versiyon ortaya çıktı. Tüm çalışmalar tamamlandıktan sonra kutuları açtık ve yeniden ortak bir dramaturji çalışması yaptık. Elimizde yüzlerce parça vardı. Bir oyunu çeşitli parçaları bir araya getirerek farklı farklı oynayabilecek noktaya geldik. Aynı oyuncu aynı oyunu her gün çok farklı birleştirmelerle oynayabilecek duruma gelmişti. Önemli olan doğru birleştirmelerle bütünlüğe ulaşmaktı. Bizim çalışma yöntemimizde dramaturji çalışması anlamlı bir bütüne ulaşana kadar tekrar tekrar yapılması gereken bir zorunluluktur. Gerek oyuncu, gerek yönetmen gerekse tüm yaratıcı kadro tekrar tekrar çalışmak zorundadır.

Diğer ülkelere oranla Türkiye’de sanat yapmak daha zor mu? Bu konuda bir önyargımız söz konusu mu sizce?

Sanat, tarihin her döneminde, her coğrafyada her zaman zor olmuştur. Ben evrensel sanata inanan biri olarak ayrım yapmayı pek sevmem. Yaşadığınız çağın siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel koşulları sanatın da çizgisini belirliyor. Bugün Dünya Savaşları yaşanmamış olsaydı belki de avant-garde akımlardan söz etmiyor olacaktık. Belki ne Beckett olacaktı ne de Mayakovski. Bugünün özelinde konuşacak olursak her ülkenin sanatı kendi içinde kendine has zorluklar barındırıyor. Sanata ilgi konusunda konuşacaksak elbette Türkiye olarak çok gerideyiz. Bunu politik bir bağlamın dışında, bireysel ilgi olarak söylüyorum. Yoksa tarih boyunca dünyanın her yerinde sanat ve siyaset uzlaşamamıştır. Belki böylesi daha iyidir. Sanatın asi yanını seviyorum. Önyargının sanatın çok özelinde olduğunu düşünmüyorum. Bugün önyargı bir hastalık gibi. Sadece sanatta değil, pek çok alanda insanlığımızın gelişimine en büyük tehdit olarak karşımızda duruyor. Bilgi çağı bizi daha medeni yapmadı ne yazık ki. Önyargılarımızın yanına bir de “her şeyi ben bilirim” anlayışı yerleşti ki bence bu çok daha tehlikeli.

Gelenek dediğiniz şey yaşandığı dönemde gelenek değil. Mesela Sümerlerle ilgili bir hikâye yaparken size masal gibi, gelenek gibi gelen şeyler aslında o dönemin rutini. Önce bu rutini anlamaya çalışıyorum. Her şeyin mitolojik olduğunu zannediyoruz. Hayır. Öyle değil. Bu insanlar yaşadılar.”

Kısa süre önce St. Petersburg Bryantsev Tiyatrosu’nda sahnelenmeye başlayan Gılgamış oyununuz hakkında konuşalım… Geleneksel olanın modern dünyada yeri nedir? Gılgamış Destanı bugün bize ne söylüyor?

Gelenek dediğiniz şey yaşandığı dönemde gelenek değil. Mesela Sümerlerle ilgili bir hikâye yaparken size masal gibi, gelenek gibi gelen şeyler aslında o dönemin rutini. Önce bu rutini anlamaya çalışıyorum. Çok eski tarihler bize nedense hep masal gibi geliyor. Her şeyin mitolojik olduğunu zannediyoruz. Hayır. Öyle değil. Bu insanlar yaşadılar. Tıpkı bize benziyorlardı. Ve Gılgamış’ı sahnelerken gördüm ki, o dönem sorguladığımız her şeyi, bugün de aynı şekilde sorgulamaya devam ediyoruz. İşte modernleştirirken bu köprü ayaklarını kullanmaya çalışıyorum. Köprünün bir ayağı gelenekten geliyorsa diğer ayağı da modern döneme ait. Bunları sağlam kurduktan sonra üstünde geçeceğiniz yolu yapmak işin en kolay kısmı.

Son olarak; bir Türk yönetmen olarak Rus tiyatrosunda karma bir ekiple Gılgamış Destanı’nı sahnelemenin iki farklı kültürün iletişimi ve kültürel gelişimi ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Ortak bir dile inanıyorum ki bu sanatın dilidir, evrenseldir. İnsan özünde insan. Dil ve kültürel farklar temel insani duygularda farklılık yaratmıyor. Daha önce de söylediğim gibi kültürel iletişim ve kültürel gelişim bir çok etkene bağlı. Elbette sanat, temas ettiği kültürler arasında bir zenginlik yaratıyor. Farkındalık ve empati kurma yeteneğinizi güçlendiriyor. Ama bu yeterli değil. Sanata bir hobi olarak bakmaktan vazgeçmediğimiz sürece kalıcı olacağını düşünmüyorum ne yazık ki. Kültür ve sanat anlayışı sadece ülkemizde değil, dünyada da ne yazık ki ikincil durumda. Siyasal sistemler, ekonomik öncelikler, değişen ve gittikçe dijitalleşen dünya düzeni, insanları yapay zeka kıskacında eve hapseden bu sosyolojik dönüşümde bu soruya sağlıklı bir yanıt vermek çok zor. Evet dijital ulaşım kolaylığı özellikle kültürel alanda sınırları ortadan kaldırdı. Artık bir kültürü tanımanız bir parmak dokunuşu kadar uzağınızda.

Dijital platformlar dramatik ürünlere ulaşımı kolaylaştırdı. Bu vesileyle insanların izleme algısı, sanata bakış açısı da değişti elbette. Bunun faydası olduğu kadar zararları da var tabii. Tüketim hızı arttıkça insanların bir sanat yapıtıyla geçirdiği sürenin hızı da arttı. Eskisi gibi tiyatroya gidip saatler geçirmek istemiyor insanlar. Anlatının süreleri, perde sayıları kısaldı. Sonuç olarak kültürel gelişimin temasla mümkün olduğuna inanan biri olarak bu gelişmelerin, iletişim kanallarında ciddi tıkanıklıklar yarattığını düşünüyorum. Sosyal medya üzerinden ağzına geleni söyleyen insanlar karşı karşıya geldiğinde utançtan yüzleri kızarıyor. Bunu kültür ve sanata uyarlarsak aynı sonuç ortaya çıkacaktır. Festivaller, kültürel buluşmalar, ortak projeler bu noktada anlam kazanıyor. Temas etmek, yüz yüze bakmak çok önemli.


Tüm Hakları Saklıdır 2024 - Tasarım: Merhaba Grafik